Bir narsisist ile yaşamak




Bu sitede anlatılanlar bir kadının gerçek hayat hikayesidir. KVKK gereği bütün özel bilgiler değiştirilmiştir.

Yazar narsizm konusunda bir uzman değildir, sadece kendi tecrübelerini ve uzmanlardan edindiği bilgileri bu sitede Türkçe olarak paylaşmaktadır.

Yazarın yegâne amacı benzer durumdaki kişilere umut ışığı olmaktır.

Çözüm için narsizm konusunu iyi bilen bir terapist ile çalışmalısınız.

Her hakkı saklıdır.

2 Temmuz 2021

Bugün yazmaya başlıyorum.

İçimdekileri dökmem gerektiğini uzmanlar söylüyor. Öyleyse bir deneyelim.

Bir narsisist ile evliyim. 6 yıldır... Son altı aydır onun bir narsisist olduğunu ancak kabul edebildim ve asla değişmeyeceğini de... Bunu ben değil işin uzmanları söylüyor. Ve sonunda ayrılmaya karar verebildim. Bugün adliyeye gidip boşanma talebinde bulunacağım.

Çok ilginç günlerden geçiyoruz. Bir yanda Covid, bir yanda yasaklar, bir yanda evliliğimdeki sıkıntılar...

Uzunca bir süre dul kalacak olmayı kabul edemedim. Sonrasında bu fikirden kurtulunca, "o benim sevdiğim adam" fikri iyice yerleşti. Halbuki ona öyle derin bir sevgim yoktu. Ve esasında hissettiğim şey sevgi falan değil, travma bağlılığı idi. Tabi travma bağlılığının, aşk bombardımanının, gasligthing'in (birinin kendinden şüphe etmesini sağlamaya çalışma) vb. ne olduğundan o zamanlar bihaberdim. Hepsini yeni yeni, son altı ayda, bu konuda çalışan bilim insanlarının videolarını izleyip yazılarını okuyarak öğrendim.

Hala bazı zamanlar eşime narsisist demek bana zor geliyor, emin olamıyorum. Sonra bu durumun da narsisizm kurbanları arasında yaygın olduğunu öğrendim. Eşim narsisist midir, değil midir? Artık bu sorunun cevabı ile ilgilenmiyorum. Şuanda bu soruya cevabım pozitif. Fakat zaman içinde onun narsisistik numaralarla bu fikrimi etkileyip değiştirebileceğinin farkındayım. Dolayısıyla buna benim vereceğim cevap çok anlamlı değil; çünkü ben psikolog ya da psikiyatr değilim. Bir narsisizm kurbanıyım.

Eşim gerçekten narsisist mi bilemem, ama şundan eminim ki bu ilişki toksik-zehirli bir ilişki. Bu ilişkide zaman içinde kendimi, varlığımı, tüm değerlerimi, yeteneklerimi, fikirlerimi, inançlarımı, kendi gerçekliğimi sorguladım. Evliliğimin ilk yılının sonunda o kadar tükenmiştim ki evden çıkmak bile benim için işkence haline gelmişti. Bütün arkadaşlarımla iletişimim kopmuştu, ailem ve kardeşimle çok nadiren görüşüyordum. İş yerinde edindiğim arkadaşlarımla dertleşemez olmuştum. Tüm ilişkilerim yüzeysel bir hal almıştı. Eşime göre benim ilişki kurduğum bütün insanlar çıkarcı, aptal, yeteneksiz, eksik, hatta bazen yalancı, düzenbaz, sahtekar insanlardı. Bana hiç bir zaman "şu kişiyle görüşme" demedi, sanırım bunun ters tepeceğini biliyordu. Ama hep verdiği mesajlarla, konuşmalarıyla benim düşüncelerimi ve ilişkilerimi olumsuz yönde etkiledi. Adına manipülasyon deniyor efendim, bilmeyenleriniz öğrensinler :) Ve bir senenin sonunda kendimi yapayalnız bir halde buldum. Konuşmaya, içimi dökmeye sonsuz ihtiyacım vardı ve içimi dökebileceğim bir Allah'ın kulu kalmamıştı yanımda...

İşte o zaman fake bir mail hesabı açıp uzun zamandır görüşmediğim, hatta evlendiğimi dahi bilmeyen eski sevgilimin eskiden yönettiği bir websitesinin admin hesabına mail attım. O siteyi nostaljik nedenlerle kapatmadığını, ama siteyle de hiç ilgilenmediğini biliyordum. Dolayısıyla mailimi okumayacağını da biliyordum. Zaten esas derdim onunla yeniden iletişime geçmek değildi. Çaresizce içimi dökecek bir yer arıyordum sadece... Blog açmayı ve yazmayı denemiştim, ama devam ettirememiştim. Tümüyle yapayalnız kaldığım için başka bir çarem olmadığını ve nasılsa okumayacağını düşünerek o maili gönderdim...

Konuşacak, anlatacak çok şeyim var. Bu bir narsisist ile ilk ilişkim değil maalesef... Zamanla hepsini yazıya dökeceğim. Kendime söz veriyorum.

3 Temmuz 2021

Neler yazacağımı bilmiyorum...

Gerçekten benim için zor bir süreç. Bazen aklıma anlatılacak çok şey geliyor, bazen hiçbir şey yazasım gelmiyor.

İlk tanıştığımız zamanları anlatabilirim sanırım. Meslektaş olduğumuz için ben kendisini tanımadan çok önce Facebook'ta arkadaş olarak eklemiştim. Yani daha doğrusu kim kimi ekledi ben hatırlamıyorum. Ama o benim onu eklediğimi iddia etmişti. Açıkçası çok da önem verdiğim bir ayrıntı değil kimin kimi eklediği. Sonuçta meslektaş olduğumuz için Facebook'ta arkadaş olmamız çok garip gelmiyordu bana, sizlere garip gelebilir, bilemiyorum. Herkesin bakış açısı başka.

Neyse sonuç olarak biz birbirimizle ekli idik zaten. Doktoraya başladığım ilk yıldı. Ders alıyordum. Dersini aldığım hoca şimdiki eşimin yüksek lisans hocasıydı. Eşimi de derslere davet ediyordu. O da kayıtlı olmamasına rağmen geliyordu. İlk defa derslerde bir araya gelmeye başladık. Daha önce okula gelmiş gitmiş, hiç görmedim, hiç hatırlamıyorum. Aramızda mezhep farkı var. Benim için önemli değil, ama onun için çok önemli olmalı ki beni gördüğünde kafasını çeviriyormuş, selam vermiyormuş, oturduğu oda ile benim odam karşılıklıydı, ben odama girdiğimde kendi odasının kapısını kapatıyormuş… Kısacası saçma sapan hareketler işte. Klasik Türk insanı. Tabii ben bunların hiç birinin farkında değilim. Benim için önemli olmadığı için ayırdına varmadım.

Derslere gelmeye başladığında normal ders dinliyorduk işte. Benim için yine önemli bir fark yoktu. Biri daha dersi dinliyordu sadece. Ama o sınıfta benim yanıma oturmaya çalışıyordu, ofiste ders yaptığımızda sürekli bana bir şeyler soruyordu... Yine de bir anlam yüklemedim hareketlerine.

Bir akşam bir şey sormak için beni aramış, açamamışım. Akşam saat 10 gibi geri aradım onu. Mesela saat 10'da birini aramak onun için garip bir şeymiş. Benim için normal bir şeydi. Herhangi bir anlamı yoktu. Ve telefonu kapatmadan önce de "Başka bir isteğin var mı?" diye sormuşum. "Seni istiyorum." demek gelmiş içinden, bu kız nereden biliyor benim onu istediğimi diye düşünmüş. Halbuki çok normal bir sorudur yani "Başka bir isteğin var mı?", "Diyecek başka bir şeyin var mı?" gibi bir soru telefonu kapatmadan önce sorulur. Sorulmaz mı?

İşte ben kendi çapımda normal olduğunu düşündüğüm hareketler yaparken onun bana karşı ilgisi varmış. Bir akşam Facebook'ta sabaha kadar sohbet ettik. Güzel bir sohbet idi. Flörtleştik… Yalan söyleyemem, benim de hoşuma gitti. İlk defa o gece aklıma farklı fikirler geldi. Çünkü ben zekice yapılan flörtten çok hoşlanırım. Beni çok etkiler. Karşımdaki de zeki bir insandı, lafı inceden söyleme sanatına hakimdi. Dolayısıyla onunla sohbet etmek hoşuma gitti…

Bir de bende eşitlikçi ve özgürlükçü bir bakış açısı olduğu için ve o akşam o bana mezheplerimizin farklı olduğunu hissettirdiği için, kendimi psikolojik olarak ondan hoşlanmaya zorlamış olabilirim. Tabii bunu şimdi fark ediyorum. O zamanlar farkında değildim. Hani bir çoğumuzun içinde vardır düzeltme isteği, kurtarma isteği…

O farklıyız dedikçe, olmaz bu iş demeye getirdikçe, ben oldurmaya çalıştım. Karşımda bir challenge var diye düşündüm. Üstüne gittim. Devam ettim. Tabii şimdi biliyorum ki bunun esas sebebi derinlerde bir yerde kendimi değersiz hissetmem ve değerimi ispatlayabilmek için bir şeyleri başarmam gerektiğini düşünmem.

O akşamki sohbetin ortalarında o bana kadınım şiirini göndermişti. Dinle güzel şiirdir, falan demişti. Ama alt metnini hepimiz okuduk bence… Ben de ona Elif Şafak'ın TEDx konuşmasını göndermişim. Çemberlerle ilgili olan... Buraya da linkini bırakırım çok güzel konuşmadır. Tabii o benim gönderdiğim videoyu hemen izlememiş. Ama benim ona videoyu gönderme sebebim şu: Bana o konuşma esnasında kendisi ile ilgili bir şeyler anlatıp demişti ki “Ben hikayelerimi herkesle paylaşmam. Kimseye kendimi anlatmam, kıymetini bil.” Ben de onun bana açılmasına, yani yaptığı fedakarlığa karşılık olarak benim için kıymetli olan bir şeyi onunla paylaşmıştım. Hani iyiliğine karşılık iyilik gibi... Ama Elif Şafak’ın o videoda anlattıkları toplumsal farklılıklarımıza rağmen bir olabilmek, hepimizin insan olduğu ve insanoğlunun kurtuluşunun sevgiden geçtiği gibi insancıl temalar... Tabii bu arkadaş gece sohbet boyunca bana mezheplerimizin farklı olduğunu falan da hissettirdiği için sonrasında bu videoyu izlediğinde benim ona bir mesaj verdiğimi düşünmüş ve mesajımın ne olduğunu, ona ne anlatmak istediğimi sormuştu. Ben de standart bir video olduğunu, benim düşüncelerimi büyük oranda yansıttığı için paylaştığımı, altında bir şey aramasına gerek olmadığını söylemiştim. O ise “Bu standart bir video değil, açık konuş.” gibi şeyler söylemişti...

En sonunda açık konuşmanın yazılı ortamda mümkün olmadığını söyleyip beni buluşmaya ve yüz yüze konuşmaya davet etmişti.

İki gün sonra buluştuk. İlk defa okul dışında, sosyal bir ortamda görüştük. Sahil kenarında belediyenin yerinde oturduk ve kahve içtik. Uzun uzun konuştuk, farklılıklarımızı benzerliklerimizi, hayattan beklentilerimizi, içinde bulunduğumuz ortamları, ailelerimizi, ailelerimizin bizden beklentileriniz... Ben oradan kalktığımda onunla evlenmek için karar vermiştim. Evet, bu kadar hızlı karar verebilmiştim. İlk defa okul dışında görüştüğüm adamla evlenebilme kararı almıştım.

Tabi bu kararıma anlam verebilmeniz için biraz kendi geçmişimden de bahsetmem lazım.

4 Temmuz 2021

Narsisistik Kişilere Olan Özel Çekim Kuvvetim

Şuanda henüz tam olarak çözemediğim bir konu hakkında konuşasım var. Neden sürekli narsisistik insanlara çekiliyorum? Ya da neden sürekli narsisistik insanları çekici buluyorum?

Geçmiş ilişkilerime baktığımda sağlıklı olanları çok kısa sürede sabote ettiğimi ve toksik olanları ise senelerce sürdürmeye çalıştığımı görüyorum. Örneğin ilk sevgilim kendi halinde çok iyi bir çocuk idi. Piç değil diye, heyecan vermiyor bana diye ayrıldım. Henüz 17 yaşında idim. Ondan bir-iki ay sonra ilk uzun ilişkim olan Halit ile çıkmaya başladım. Evet, bizim zamanımızda ilişkiye çıkmak denirdi. Evet, itiraf ediyorum y kuşağıyım... :)

Halit benden 4 yaş büyüktü. 21 yaşında yetişkin bir erkeğin 17 yaşında bir ergenle ne işi olur diye düşünmedim. Çünkü hem yasal hem de psikolojik olarak daha çocuk olduğumu, karşımdaki insanın ise yine hem yasal hem de psikolojik olarak bir yetişkin olduğunu kabul etmiyordum. İkimizi de yeterince büyük sayıyordum. Ve dolayısıyla her ne kadar sağlıklı yetişkinlerin çocuklar ile cinsel çekim ihtiva eden ilişkiler kurmayacağını bilsem ve böyle düşünsem de, bana göre bu ilişki bir yetişkin ile bir çocuğun ilişkisi değildi. Şimdi geriye dönüp baktığımda 21 ve 17 yaşlarındaki iki birey arasındaki yaş farkının, 36 ve 32 yaşlarındakiler arasındakinden büyük olduğunu, bunun da yine 65 ve 61 yaşlarındakiler arasındakinden büyük olduğunu görebiliyorum. Kısacası "sayılar arasındaki fark, değer olarak aynı bile kalsa, sayılar büyüdükçe küçülür." Bunu açıklayan matematik yasası Weber Yasası olarak bilinir, bu yasa hakkında bir şeyler izlemek isteyenler buyursunlar.

Kısaca kendi lisemden bahsetmem gerekiyor. Anadolu öğretmen lisesine gidiyordum ve yatılı okuyordum. Lisem bir ilçede yer alıyordu. İlçeden merkeze minibüslerle ulaşım sağlanıyordu. Aynı ilçede başka bir okulda müdürlük yapan bir kuzenim vardı. Kuzenimin eşi aslen o ilçeli idi. Bir kızları vardı, ikincisi ben lise ikiye başladığımda yeni doğdu. Hafta sonları onlara evci çıkıyordum. Yani her hafta cuma akşamdan pazar akşama kadar onlarda kalıyor ve pazar akşamı etüt saatinde okuluma ve yatakhaneme geri dönüyordum. Okulumuz karmaydı ve hem kızlar için hem de erkekler için yatakhaneler vardı. Her gün sabah 7.30 ile 8.15 arası bir etüdümüz olurdu. 8.30'da dersler başlardı. Arada öğle molası vererek günde 8 saat ders işlerdik. Derslerimiz saat 16'da biterdi. 16-18 arası serbest saatimizdi. 18'de akşam etütlerinin ilki başlardı. 19 ile 20:30 arası akşam yemeği molası verilirdi. 20:30'da ikinci akşam etüdü başlar, 22'de biterdi ve 22:30'da yatakhaneler kilitlenirdi. Cuma akşamları ders çıkışı etütler olmazdı. Evciler evlerine giderdi, uzak memleketten gelenler hafta sonunu yatakhanelerde geçirirdi. Pazar akşam 18'de ise akşam etütleri başlardı. Yani pazar akşamlarını da okulda ve gecelerini yatakhanelerde geçirirdik. Lise hatıralarına dalarsam çıkamam :) Çok güzel yıllardı. Ama bu kısmın esas amacı Halit'i anlatmak, lise maceralarına da bir ara değiniriz...

Halit ile ilk çıkmaya başladığımda ben lise 2'nin sonlarına yaklaşmıştım. Aynı dershaneye gidiyorduk. Ben üniversite sınavı için erken destek ve lise derslerime yardım alıyordum. O ise tabi ki mezun grubundaydı ve üniversiteye hazırlanıyordu. Beşinci defa sınava girecekti ve bir çok denemesinde barajı bile geçememişti.

O zamanlar liseler 3 seneydi ama ben bir de hazırlık sınıfı okumuştum. Yatılı lisede okuyordum ve sene bitip yaz tatili gelince ailemin yanına, memlekete gittim. Bu dönemde Halit'le birbirimize iki ya da üç mektup gönderdik. Cep telefonlarımız vardı ama nostaljinin gözü kör olsun işte :) Sonra kendisi benden benim ilgisizliğimi bahane ederek ayrıldı. Aslında Cansu isminde başka bir kızla yakınlaştığını en yakın arkadaşım Tuğba'dan duymuştum. Tuğba ile okulda aynı sınıfta ve yatakhanede aynı odada kalıyorduk. Birbirimizin her şeyini biliyorduk. Tuğba da yine bizim sınıftan Ahmet ile çıkıyordu. Lise ikide ben de Halit ile çıkmaya başlayınca sürekli dördümüz takılmaya başlamıştık. Yazın Halit benden ayrıldığından dolayı son sınıf için okula geri döndüğümde yalnız bir insandım. Döndükten sonra üç-dört flörtüm oldu. Ama hiç biri bir ilişkiye dönüşmedi.

Flörtlerimden birini hala hatırlıyorum, hayatımda yeri var. Dershanede aynı sınıfta idik, ismi Sinan. Bu arada dershane dediysem büyük bir şey sanmayın. Yeni kurulmuş, maksimum 50-60 öğrencisi olan, herkesin birbirini tanıdığı, bir çok öğretmenin akraba olduğu, aile şirketi gibi bir yerdi. Bu bahsettiğim çocuk da Matematik öğretmenimizin yeğeni idi. Kuzeni Ayşe ile birlikte dershaneye geliyordu. Hepimiz aynı sınıftaydık. Ayşe ile birlikte oturuyorlardı. Ben de Sinan'ın hemen önündeki sıraya oturuyordum. Derste benim saçlarımla oynardı :) Teneffüslerde birlikte vakit geçirirdik... Çok nazik ve düşünceli bir çocuktu. Aynı yaştaydık, zevklerimiz düşünce yapımız birbirine benziyordu. Öte yandan bir karizması da vardı. Sinan'ın hikayesine devam edeceğim... Oh, my sweet little high school sweetheart <3

Sene başlayalı bir-bir buçuk ay olmuştu ki Halit ile yolda karşılaştık. Hala aynı dershaneye gidiyorduk. Ama o mezunda olduğu için hafta içleri geliyordu. Ben ise lise son grubunda olduğum için hafta sonları dershaneye gidiyordum. Halit'in babası şehir ile ilçe arasında minibüs şoförlüğü yapıyordu. Halit de ara ara cep harçlığını çıkarmak için aynı minibüste şoförlük ya da muavinlik yapıyordu. Yani yolda karşılaştık derken aslında ben kaldırımda yürüyordum ve o minibüs sürüyordu. Bir kaç gün sonra, nasıl olduğunu hatırlamıyorum, yeniden çıkmaya başladık. Hayatımın belki de en yanlış kararlarından birini aldığımı nereden bilebilirdim ki?

5 Temmuz 2021

Boşanma Kararı

UYARI: Bu yazı intihar düşünceleri ile ilgili ayrıntılar içermektedir. Bu kısımlar çok açık gri ile yazılmıştır, rahat okumak için farenizle yazıyı seçebilirsiniz. Eğer bu konu sizin için hassas bir konu ise lütfen bu yazıda açık gri ile yazılmış kısımları okumayınız.

Bu karara nasıl vardığımı net olarak hatırlayamıyorum. Yolda bir noktada artık dolmuştum, daha fazlası yoktu... Daha önce bir çok defa kafamı toplamak ve kendimi gözden geçirmek için eşimden bir kaç gün görüşmemeyi talep etmiştim. Ama bu talebim eşime anlamlı gelmemişti. Zar zor kabul ettirsem de sözünü bozup ertesi gün arardı.

Ben TTM hastasıyım ve bunun için ilaç kullanıyorum. Bir gün kardeşimin evindeyken Youtube'da geziniyordum. Bir youtuberın videosuna denk geldim. Video destek mekanizmalarımız ile ilgiliydi. Bir an "Benim destek mekanizmam kimlerden oluşuyor?" diye düşündüm. Aklıma gelen herkes için onlara yanlış yaptığımı ve dolayısıyla zor zamanımda onlardan yardım isteyemeyeceğimi düşündüm. O anda kendimi aşırı yalnız hissettim ve canıma kıymak istedim. Bunun için çeşitli yollar düşündüm. Burada elbette ayrıntısına girmeyeceğim. Sırayla bir kaç yol üzerine fikir yürütüp vazgeçtim. En sonunda kendime uygun bir yol buldum ve nasıl yapacağımı planlarken neler düşündüğümü fark edip dehşete kapıldım. O anda aklıma terapistimi aramak geldi. Önce tereddüt ettim, çünkü yaklaşık 8 aydır terapiye gitmiyordum. Sonra bu düşüncemin saçma olduğunu, terapistimin bir profesyonel olduğunu düşündüm. Ve terapistime durumumu kısaca anlatan bir mesaj attım. Bana hemen randevu verdi ve bir kaç gün sonra onun yanında idim. Aklıma bu fikirler geldiği gün ilacımı kullanmayı unutmuştum ve terapistim bu düşüncelerin ilacı kullanmadığım için olduğunu söyledi. "Bu ilacı düzenli kullanman, unutmaman çok önemli." dedi. Terapi sonunda günlük dozumu artırdı ve ilacımı da değiştirdi.

Elbette bunların uygun olduğunu düşündüğüm kadarını eşimle paylaştım. Bir iki gün sonra eşimle bir tartışmamızın ardından bana bir milyarıncı defa benden ayrılacağını söyledi. Ben de dokuz yüz milyonuncu defa kabul ettim. "Pazartesi gider, dilekçeyi veririm." dedim. Ve o da dokuz yüz milyonuncu defa beni tekrar tekrar aradı, "Emin misin?" diye sordu. Boşanma fikrini ortaya atan kendisi değil de benmişim gibi konuştu. Ben bu fikrin kendisinden çıktığını, benim sadece onu durdurmadığımı ve dileğini gerçekleştireceğimi söylediğimde en sonunda bu fikrinden dokuz yüz milyonuncu defa vazgeçti. Ama yine de bunu "Tamam, vazgeçiyorum." gibi bir ben dilinde kurulmuş cümle ile değil, "Sen biraz daha düşün." gibi bir sen dilinde kurulmuş cümle ile yaptı. Ve hatta bu defa bir adım daha ileriye gitti ve gerekçelendirdi. Bana dedi ki "Daha geçen gün kötü düşünceler içinde idin. Ben merhametli bir insanım, seni bu halde terk edemem. Hem ilacın yeni değişti ve şuanda alışma dönemindesin. Bir ay bekleyelim, bu arada ilacına alış. Bir ay sonra salim kafayla yeniden konuşalım."

Hikayeye devam etmeden önce eşimin bu konuşmasını biraz analiz etmek istiyorum. Narsisistler hakkında iyi bilmeniz gereken bir şey var ki o da bu insanların olağan üstü taklit ve yansıtma yeteneklerinin olduğu. Narsisistler gerçek yüzlerini gösterecek derecede sizi kendilerine mecbur hale getirdikten sonra ne söylediğinizi duymazlar, sizi dinlemezler, taleplerinize önem vermezler, ihtiyaçlarınızı, özellikle de duygusal ihtiyaçlarınızı görmezden gelirler. Ne zaman siz kendinize güveninizi yeniden kazanır ve hayatınızdaki narsisiste bağlı/bağımlı olmadığınız mesajını verirsiniz, o zaman narsisist ilişkinin başındaki muhteşem kişiliğine yeniden bürünmeye başlar. Size sizin duymak istediğiniz, mantıklı ve düşünceli cümleler kurar. Yukarıda eşimin söylediği "Seni bu halde bırakamam." cümlesindeki motivasyon budur. Çünkü günlerden bir gün eşim neden onunla evlendiğimi sorduğunda ona "Sen ne olursa olsun beni yalnız bırakmazsın, o yüzden." diye cevap vermiştim. (O zamanlar bu ilişkinin gerçek dinamiklerinin farkında değildim ve söylediğim bu sebebi gerçek sanıyordum.) Ve yukarıdaki konuşmada geçen "İlacın yeni değişti, bir ay bekleyelim." kısmı ise düşünceli ve mantıklı olan taraftır. Şunu da eklemeliyim ki farklı narsisistler sizin ayrılma kararınıza farklı şekillerde tepki verecektir, narsisistik kişilik hakkında daha fazla okumak için Narsisizm nedir? sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Hikayeye devam edelim. Her ne kadar bu teklifin sadece bir taktik olduğunu, eşimin amacının sadece zaman kazanmak ve ayrılıktan kaçmak olduğunu bilsem de bu teklife hayır dersem onun bu mantıklı ve düşünceli teklifini reddetmiş olacaktım ve eşimin benim hakkımda çizdiği/çizeceği olumsuz çerçeveye destek sağlamış olacaktım. O nedenle her ne kadar fikirlerimin ve hislerimin değişmeyeceğinden, bu durumun ilaçlarla alakalı olmadığından emin olsam da eşimin teklifini kabul ettim. Yaklaşık bir hafta sonra covid aşımı yaptırdım ve bazı insanlarda aşının yan etkileri sert olduğu için gerekirse destek bulmak için aşıdan sonra kardeşimin evine bir süre orada kalmaya gittim. Ailem de kardeşimle birlikte yaşıyor ve henüz çok o konulara girmedik ama ailemle aramda paylaşılmamışlar var. Yaklaşık on gün yanlarında kaldım. Evet bu kadar uzun süre kalmama gerek yoktu. Dört-beş gün kalmam yeterliydi. Ama hem ailem hem de ben birlikte zaman geçirmeye ihtiyacımız olduğunu düşündük ve ben kardeşimin evinde onun ve ailemin yanında olmanın o zaman için bana çok iyi geldiğini fark ettim. Bu süre zarfında eşim pek aramadı. Zaten benim ailemle arası iyi olmadığı için pek aramazdı. Ama bu defa özel olarak bizim de aramız pek iyi olmadığı için daha da az aradı ya da aradığında açmadım/açamadım ve geri dönmedim. Böylece iletişimimiz iyice azaldı ve ben ne zamandır talep ettiğim molaya kavuşmuş oldum. Kardeşimde kaldığım yedinci ya da sekizinci günde eşimle telefonda konuştuk. O konuşma sırasında bir şekilde konu benim iletişimsizlikten rahatsız olmadığıma geldi. Eşim bu konuda ne düşündüğümü sordu. Ben de "Bir ay dedin, dolmasını bekliyoruz. Bu sırada da düşünüyorum. Ama fikirlerim hiç değişmedi." dedim. Eşim orada öne sürdüğü bahanenin aslında işe yaramadığı gerçeğiyle baş başa kaldı. Ve bana "İyi görünüyorsun, kararından emin görünüyorsun." gibi bir şeyler söyledi, onayladım. Böylece boşanma kararı net olarak alınmış oldu.

O günün ardında, özellikle kendi evime döndükten sonra eşimle psikolojik bir savaş vermem ve kararlılığımı ona göstermem gerekti. Her gece defalarca aradı, çeşitli taktikler denedi. Önce suçladı, sonra acıdı, ardından ayrılsak da beni bırakmayacağını, ilişkiye devam etmek için imzaya gerek olmadığını, sonuçta insan olduğumuzu söyledi. Benim ona ne kadar muhtaç olduğumu, onsuz yaşayamayacağımı, ayrılırsam yapayalnız kalacağımı, hasta da olduğum için benim için endişelendiğini, beni düşündüğünü, yalnız kalmamı istemediğini, çünkü kendisinin vicdanlı bir insan olduğunu anlattı, anlattı, durdu. Her akşam beni arayıp emin olup olmadığımı sordu. Kendisine bir ders mi vermeye çalıştığımı sordu. Bu bir ders verme girişimiyse ve onu ayrılıkla tehdit ediyorsam bundan acilen vazgeçmem gerektiğini, aksi taktirde bana olan "sevgisini" bir defa kapatınca geri açamayacağını ya da geri açmak için çok geç olacağını söyledi. NOT: Normal insanlar diğer insanlara karşı sevgilerini-duygularını sanki bir lamba gibi kapatıp açamazlar. Günler sonra artık ikna olduğunda ben çoktan bir avukat ile iletişime geçmiş ve anlaşmalı boşanma için protokol hazırlatmıştım. Bu protokolü çıktı alıp imzalaması için kendisine gönderdim. İmzalı protokol elime geçtiğinde -yalan söylemeyeceğim- ağladım. Hüzünlü hissettim. Kardeşim yanımdaydı. Sonuçta evliliğim bitiyordu, hayallerimi terk ediyordum, bu insana olan umudumdan vazgeçiyordum. Bu ilişkinin en başında gördüğüm ve gerçek sandığım "beyaz atlı prens"in geri geleceğine dair inancımı siliyordum. İnanın bana, beyaz atlı bir prens hayal etmek ile onu bulup kaybetmek çok farklı iki şey. Ve bu iki şeyden daha beteri varsa o da yeni tanıştığınız bir kaç ayda beyaz atlı prens şeklinde davranıp ardından gerçekten yavaş yavaş sizi görmezden gelen, üzen, kendinizden şüphe ettiren, akıl sağlığınızı sorgulatan berbat bir insana dönüşen kişidir. Çünkü başlarda gördüğünüz beyaz atlı prens ile şimdi size acı çektiren insan aynı insan ve siz başlarda gördüğünüz o beyaz atlı prensin orada bir yerlerde kaldığını, yeterince çabalarsanız geri geleceğini düşünürsünüz. Bir defa onu gördüğünüz için onun aslında var olmadığını düşünmek ya da kabul etmek sizin için çok zordur.

6 Temmuz 2021

Düğün Fotoları Çekimi ve Balayı

Her genç kızın kendi düğünü için hayalleri vardır. Ben evlilik kararı verene dek evliliğe dair hemen hemen hiç bir şey hakkında hayal kurmamıştım. Eşimle tanışıp ilk buluşmada evlenme kararı alınca süreç ile ilgili ayrıntıları düşünmeye başladım. Benim için evlilik ile ilgili ritüellerin ikisi hariç hepsi işkence gibiydi. İstisna olan bu iki ritüel ise fotoğraf çekimi ve balayıydı. Sadece iki eş kendi arasında paylaştığından, etrafta akraba ve kalabalık olmadığından olsa gerek bu iki ritüel benim için özel ve anlamlıydı. Bugün sizlere eşimin her ikisini de benim için nasıl mahvettiğini anlatacağım.

Bize kalsa ilk defa görüştükten üç ya da dört ay sonra evlenecektik. Onun ailesi bu duruma dünden razı idi. Nedenini sonra itiraf ettiler. Fakat benim ailemin ısrarları sonucu süreç dört aydan sekiz aya çıkarıldı. Ancak bu kadarını yapmaya gücü yetti canım babam ve canım annemin. Yine bize kalsa kız isteme, söz, nişan ve kına gecesi yapmayacaktık. Yaşadığımız şehirde bir nikah ile işi bitirip memleketlerde hiç bir etkinlik düzenlemeyecektik. Yine benim ailemin ısrarları sonucu kız isteme, söz ve nişan birleştirildi, benim memleketimde kına gecesi ve mevlitle düğün yapıldı, yaşadığımız şehirde ise nikah kıyıldı. Eşim ve ailesi talep etmediği için onların memleketinde herhangi bir etkinlik yapılmadı.

Nişan günü fena değildi. Sadece eşimin manevi annesi beni babamdan isterken lafı çok çevirdi, esasında beni babamdan istemedi, "Gençler anlaşmış." gibi cümleler kurdu. Bu cümle kız babasının cümlesidir, erkek tarafının değil. Ben bir feministim. Kadınların her koşulda eşit hak ve özgürlüklere sahip olacağı bir dünya hayal ediyor ve bunun için çalışıyorum. Yine de kız isteme töreni gibi törenler bizim kültürümüzün bir parçası. Kimsenin hak ve özgürlükleri kısıtlanmadıkça kültürü yaşatmak adına bu törenlere saygı duymak gerektiğini düşünüyorum. Nitekim hiç biri hayallerimin bir parçası olmamasına rağmen adetlerimiz böyle diye yapmayı kabul ettiğim bir törendi kız isteme töreni. Madem öyle, hakkıyla yapalım. Erkek tarafı lafı çevirmeden kızı istesin, kız tarafı da naz yapsın sonra razı olsun. Hani bir işi yapıyorsak tam yapalım, hakkını verelim. Dostlar pazarda görsün şeklinde olmasın. Eşimin manevi annesine tek kırgınlığım budur. Bir de içimde kalan o akşam kahve yapmamış, dolayısıyla eşime tuzlu kahve içirememiş olmaktır. Bir yandan işime geldi. Hem kız isteme, hem söz, hem de nişan bir arada yapılacağı için o akşam 70-80 kişi toplanmıştı. O kadar insana kahve yapmak, açıkçası pek pratik değildi. Ama adettendir diye sadece anne babalara ve damada kahve yapılabilirdi mesela. Aslına bakılırsa kız istemede ters giden şeyler pek umurumda olmadı. Kahve kısmına eşimin tepkisini görememiş olduğum için takıldım, laf çevirme kısmında ise babamın duymayı hak ettiği cümleleri duyamadığını görmek beni rahatsız etti. Çünkü bu törenler benim için önemli olmayabilir, ama babam ve annem için önemliydiler. Ve onlar bundan mahrum kalmayı hak edecek bir şey yapmadı.

Beni esas rahatsız eden şeylere gelecek olursak, ne zaman balayı ile ilgili konuşsak eşim "Sen bak, nereye istersen gideriz." dedi. Kapadokya gelini olmak istedim. Balayımı oranın büyüsünde geçirmek istedim. Bir çok otel araştırdım, listeledim, eşimle paylaştım. Bugün-yarın derken oteller doldu, bizim "Kapadokya'da Balayı" yalan oldu... Özellikle kendisinin istediği her şeyin planlamasını erken erken yapan eşim, kararı bana bıraktığını iddia ettiği balayımız için ayarlamaları geciktirdi. "Ayarlamaları sen kendin neden yapmadın, neden onun yapmasını bekledin?" diye düşünebilirsiniz. Eşimden net bir onay alsaydım ya da "Sen seç, benim için fark etmez." gibi bir cümle duysaydım ben de ayarlardım elbette.

Balayımızı güney sahillerinde çadır kampı yaparak geçirdik. Sürekli yollardaydık, her gece başka bir kamp alanında konakladık. Değişik bir deneyimdi. Bir açıdan güzeldi bile diyebilirim. Ama balayı değildi. Kapadokya'da bir haftanın ardından böyle bir tatil yapmış olsak her şey benim için muhteşem olurdu.

İkinci hayal kırıklığım ise düğün fotoğrafları. Burada da kararı bana bırakan eşim ucuza kaçtı. Kimi bulduysam ona pahalı geldi, işlerini beğenmedi, hepsine bir bahane buldu. Ben de en sonunda kendi akrabalarımdan birini önerdim. Kendisi fotoğrafçıdır. Normalde düğün fotoğrafçılığı yapmıyordu, ama hatır için bizim çekimlerimizi yapacaktı. Gittik, benim akrabam ile konuştuk, anlaştık. Mekanlar önerdi, bir iki tanesini seçtik. "Ya nikahtan bir hafta önce ya da bir hafta sonra yapalım ki gelinlik kirlendi gibi bir derdiniz olmasın." diye önerdi, eşim hemen ikinci seçeneği seçti, bana sormadan. Başka her şeyi bana soran insan bunu bana sormadı. Gerçi sorsa da fark etmez derdim, gerçekten fark etmezdi. "Hem nikahtan sonrası için ayarlama yapılırsa dilediğimiz kadar eğlenebiliriz, en sonunda sizi denizde çekerim." dedi akrabam, çok hoşuma gitti... Nikah günü geldi, geçti, üzerinden bir hafta geçti. Ve tahmin edin ne oldu? Eşim fotoğraf çektirmek istemediğini söyledi. Tekrar damatlık giymek istemediğini söyledi. Onu strese sokmamamı istedi. Sonuç olarak düğün fotoğraflarımız çekilmedi. Hayalini kurduğum o eğlenceli günü eşimle geçiremedim. Sadece nikah sonrası takı töreninden fotolarımız var.

Şimdi yine bardağa dolu tarafından bakıyorum ve "En azından boşandığım insanla fotoğrafım yok." diye düşünüyorum. Ama olmalıydı. Çok istemiştim. Kendi düğünümle ilgili hiç bir şey talep etmemiştim, buna altınların bende kalması bile dahil. Ki altınların kadında kalacağını Türk Medeni Kanunu söyler. Hiç bir şey benim için önemli değildi. Derdim para, pul ya da töre değildi. Kına gecesini annem sevinsin diye yaptım. Mevlitle düğünü memleketteki akrabalar için kabul ettim. Tek isteğim vardı, balayı ve fotoğraflar... Ve bunların kararlarının bana bırakıldığı söylenmişti. Söz verilmişti. Hatta fotoğraflar için aksiyon alınmış, gün ve mekan belirlenmişti. Her şey nikaha kadar imiş...

8 Temmuz 2021

İnce Buz Üstünde Yürümek

Siz hiç eşiniz işten eve gelecek diye üzüldünüz mü? Kendinizi aşırı gergin hissettiniz mi? Keşke gelmese ya da bir şey çıksa da geç gelse diye dualar ettiniz mi? Bir sebepten iş gezisine gidecek olsa sanki eski pantolonunuzun cebinde elli lira bulmuş gibi sevindiniz mi? Eşiniz akşam eve geldiğinde yemek zamanı geçene kadar dakikaları, hatta saniyeleri saydınız mı? Yemek sorun çıkmadan bitse de eşim tv izlemeye dalsa ben de biraz huzur bulsam diye dilediniz mi? Hiç eşiniz sizden çay istemek için seslendiğinde kalp atış hızının birden bire aşırı arttı mı, yerinizde sıçradınız mı? Bütün hayatınızı 50 kilo olarak geçirdiğiniz halde evlendikten sonra çok fazla kilo aldınız mı? Kan değerlerinize baktığınızda nedeninin kortizon hormonu olduğu ortaya çıktı mı? Tartışma esnasında sesinizi yükselttiniz diye size bıçak çekildi mi? Ya gece gelirse diye yastığınızın altında bıçakla uyudunuz mu? Arabanın kapısını sert kapattığınız için tokat yediniz mi? Ne zaman net bir şekilde ayrılmaya karar verseniz karşınızda ilk tanıştığınız ve aşık olduğunuz o kişiyi gördünüz mü? Düzelebiliriz demek ki diye düşünüp vazgeçtiğiniz anda yine görmezden gelindiniz mi? Kendi kazandığınız para ile evinize basit bir laptop masası aldınız diye hakaret yiyip bencillikle suçlandınız mı? Eşiniz çocuğunuza psikolojik şiddet uygulayacak diye, cümlelerinde bunu anlatıyor diye anne olmanın hayalinden bile soğudunuz mu? Kendi uzmanlık alanınızda bile sizden daha fazlasını bildiğini iddia eden biri ile tartışmak zorunda kaldınız mı? Uzmanlık alanınızda sorulan bir soruya verdiğiniz cevap saçma ve yanlış bulunup size hakaret edildi mi? Eşinizle zaten nadiren girdiğiniz sosyal ortamlarda tümüyle kukla gibi oturup, bırakın insanlarla sohbet etmeyi tek bir kelime dahi söylemekten korktuğunuz oldu mu? Bu şekilde geçen bir akşamın ardından eşinizin manevi annesi size hiç konuşmadığınızı, eşinizin bu kadar konuşmasına katlanmanın zor olduğunu ve ne kadar da sabırlı bir insan olduğunuzu söyledi mi? Eşiniz size ikinci defa bıçak çektikten sonra yalvara yakara sizi ayrılmaktan vazgeçirdiği ve evliliğiniz üzerine çalışmak için aile terapisi almaya yemin ettiği halde dördüncü randevu sonrasında yan çizdi mi? İşinde uzman olduğu su götürmez olan ama narsisistlerle pek çalışmadığından olsa gerek bu konuda acemi olan bir uzman psikolog eşiniz tarafından tabiri caizse cezbelenip size bıçak çekilmesinde ortamı sizin hazırlamış olduğunuz size söylendi mi? Mutfakta bir saat içinde size 15 defa ellerinizi yıkamanız söylendi mi? İtiraz ettiğinizde hakaret yediniz mi? Yeni yıkadım dediğinizde gerçekten yeni mi yıkadınız diye ellerinizin nemli olup olmadığı ve sabun kokup kokmadığı kontrol edildi mi? Hasta yatağınızda yatıyorken, kendi ihtiyacınız için bile ayağa kalkamıyorken kahvaltı yapın diye eşiniz tarafından hazırlanan tost kafanıza fırlatıldı mı? Sakatlık geçirdiğiniz için yürüyemiyorken iğne olmaya kendi arabanız yerine taksi ile gittiniz mi? Sitemlerinizden sonra ertesi gün araba ile hastaneye götürülüp üç sokak ötede arabadan indirilip o kadar yolu sakat ayağınızla yürümek zorunda kaldınız mı? Kontrol için hastaneye gittiğinizde eşiniz izin alıp yanınıza gelip sonra da bunu başınıza kaktı mı? Anneannenizi kaybettiğinizde eşiniz bırakın sizinle memlekete gelmeyi cenazeye gittiğiniz için size aptal dedi mi? Arkadaşlarınıza saçma sapan lakaplar takılıp hepsi ardından kötülendi mi? Bir arkadaşınızla bir kahve içtiniz diye bencillik ve ilgisizlikle suçlandınız mı? Eşinize kanser tahlilleri yapılacağı zaman yanında olmak istediğiniz için, onunla hastaneye gitmek istediğiniz için hakaret yiyip azarlandınız mı? Eşinizle yedi senede bir defa bile el ele tutuşmadığınızı fark ettiniz mi? Bu isteğinizi dile getirdiğinizde fazla talepkar olduğunuz söylendi mi? Aman sorun çıkmasın diye zamanla eşinizle hiç bir şey paylaşmamaya başladığınızı gördünüz mü?

Kısacası siz hiç eşinizin yanında ince buz üstünde yürüdünüz mü?

Eğer bu sorulara cevabınız evet ise ya da benzeri sorular türetebiliyorsanız, tebrik ederim. İstismarcı bir ilişkiniz var.

Unutmayın!

Şiddet sadece fiziksel değildir.

Fiziksel olarak izi yok diye psikolojik şiddet can acıtmaz değildir...

9 Temmuz 2021

İnatçı Bir Bebek

Kızgınlıklarım var. Kendimle ilgili anlayamadıklarım, çözemediklerim var. Çok kızgın, sinirli bir bebekmişim. Neden? İki günlük bebeğin dünya ile ne alıp veremediği olabilir ki? Bırak iki günlük halimi, daha anne karnında iken sinirden kaskatı kesildiğim ve ne yaparlarsa yapsınlar düzelmediğim olurmuş. Annem doktorunu duruma inandıramamış. Bir keresinde muayene esnasında yapınca inanmış doktor ve demiş ki "Bebeğimiz çok sinirli ve inatçı, neden acaba?" Ben de soruyorum kendime, neden acaba?

Doğumdan sonra annem elbette doğum izni kullanmış. Ama o zamanlar sosyal haklar şimdikine göre daha kötü olduğu için sanırım kırkım çıkınca işe başlaması gerekmiş. Beni de ya anneanneme ya da babaanneme bırakmak için anlaşmışlar. Bizim memleket soğuktur. Mayısta kar yağdığını bilirim. Yaz dediğiniz mevsim oraya iki ay ya uğrar ya uğramaz. Yani mevsim şartları çetindir memleketimde. Bir iki gün beni sabah babaanneme bırakıp akşam almışlar. Ama dedem demiş ki "Böyle götürüp getirmek bu soğukta bu bebeğe işkence. Ya yanımıza taşının, bebeğe biz bakalım ya da baktıracak başka birini bulun." Annem de, canım benim ne yapsın, bebeğini yabancıya mı teslim etsin? Tamam demiş, kabul etmiş. Bizimkiler yeni gelin evini kilitlemişler, bir valizle kaynana evinin yolunu tutmuşlar. Dört ay sonra dedem vefat edip babaannem o yaşlı halinde dul kalınca evlerine hiç geri dönememişler. Bir hevesle alınan eşyalarını dağıtıp temelli babaannemin evine taşınmışlar.

Dedem çok disiplinli bir adammış. Ama bildiğiniz asker disiplinlerinden değil. Adamın araştırmacı, bilimsel bir yönü varmış. Tabi dönemin kaynaklarının izin verdiği kadarıyla. Bir de sonuç olarak kendisi ilkokul mezunu, her ne kadar meraklı ve araştırmacı olsa da sonuçta formal bir bilim eğitimi almadığı için kendi kendine yaptığı çıkarımlarda hatalar olması normal. Nitekim yaptığı araştırmalara dayanarak yeni doğan bir bebeğin bünyesi zayıf olduğu için mikroplardan korunması gerektiği sonucuna ulaşmış. Halbuki bugün biliyoruz ki aynı sebebe dayanarak tam tersi yapılmalı. Neyse, sonuçta dedem beni korumak için eve kurallar getirmiş. Annem ve babam da dahil herkesin beni öpmesi, sevmesi, kucağına alması yasakmış. Sadece annem, o da emzireceği zaman ve sadece 30 cm yaklaşabilirmiş. Adam gerçekten 30 cm olması gerektiğini ölçüm yaparak belirlemiş...

Şimdi geriye dönüp baktığımda araştırmacı ruhunu bana miras bıraktığı için dedeme minnettarım. Ama bir bebeğin en büyük ihtiyacının özellikle anne ile ten teması olduğunu öğrendikten sonra dedeme kızmadım dersem yalan olur. İyi niyetli olabilir ama beni en büyük ihtiyacımın karşılanmasından mahrum bıraktı... Ve belki de 30 yaşıma kadar yaşadığım bir çok sıkıntı ve sürüncemenin temelini attı...

Belki de bu "saçma" kurallardan kaynaklıdır, annemle neredeyse hiç bağlanamadım. Bunda annemin de payı var elbette. Anladığım kadarıyla ben zaten sinirli ve isyankar bir bebek olarak doğdum. Annemle kısa süre geçirdikten sonra onunla fiziksel temasım sekteye uğratıldı. Buna tepki olarak daha dört aylıkken annemi emmeyi kendi kendime bıraktım. Durumu düzeltmek için yapılması gereken fiziksel teması artırmak iken beni emmeye zorladılar. Zaten inatçı olan ben emmemek için direttim. Sonuçta 'emmek istemiyorsa yapacak bir şey yok saygı duyalım' gibi saçma sapan bir tribe girip beni zorlamayı bıraktılar. Bırakmaları iyi tabi ki, zorla güzellik olmaz. Karşındaki bir bebek bile olsa onu bir şeyler yapmaya zorlamamalısın. Ama sorunu çözmek için başka yollar aramalılardı. Biraz büyüdüm, annem benimle oynamadı ya da ben annemle oynamak istediğimi ifade edemedim. Babaannem bana baktığı için, ona zorluk olmasın diye annem beni öpmedi, bana sarılmadı, işten eve gelince beni kucağına alıp günün nasıl geçti diye sormadı, bana hikaye okumadı, gece yatağıma yatırmadı, beni öpüp başımı okşayıp iyi geceler dilemedi... Fiziksel ihtiyaçlarım hep karşılandı, hiç aç kalmadım, hiç delik çorap giymedim. Ama ya duygusal ihtiyaçlarım? Annem ona alışmayayım da her sabah iş için ayrılırken babaanneme zorluk çıkmasın diye beni göz ardı etti. Ben de ona tepki olarak zaten sana ihtiyacım yok mantığını ve tavırlarını geliştirdim. İhtiyaçlarımı anneme değil babaanneme söyledim. Bir çocuğun annesine alışmaması normal mi? Ya da bir annenin çocuğum bana alışmasın diye çeşitli tavırlar sergilemesi normal mi? Sana alışmayacaksam, bunu istemiyorsan beni neden bu dünyaya getirdin? Bu dünyaya gelmeyi ben mi istedim? Ben mi sordum sana beni doğur diye? Eskiden çok kızgındım. Şimdi sadece kırgınım...

Erken çocukluk dönemimden benim hiç hatırlamadığım bir hikaye anlatıyor annem. Bir gün babaannemi evden atmak için ağlamaya ve bağırmaya başlamışım. Onu bu evde istemiyorum, o bu evden gidecek diye tepine tepine ağlamışım. İki yaşında olmalıyım. Babaannem pardösüsünü giyinmiş, tam kapıdan çıkacakken annem onu durdurmuş. Demiş ki "Anne ne yapıyorsun, burası senin evin. Gidecek biri varsa biz gitmeliyiz." Babaannem de demiş ki "Çocuktur, inat etti. Üstüne gitmeyelim. Biraz dolanır geri gelirim." Annem hayır demiş ve beni kapının önüne koymuş. Bana demiş ki "Burası babaannenin evi, memnun değilsen sen gidersin." Hikayeyi anlatırken "Kapının deliğinden hep seni izledim ne yapacaksın diye" demişti. "Ya gerçekten gitseydim?" diye sordum. Cevap veremedi... Bir süre sonra ben sakinleşince tekrar içeri almış tabi.

İki yaşındaki bir çocuğun hislerini ve çevresini algılama kapasitesini küçümsemeyin. Babaannem olmasa annemle ilişkimiz düzelir diye düşünmüş olmalıyım...

10 Temmuz 2021

Yine, Yeniden...

Kafamda deli sorular. Yine bir spiralin içinde gibiyim.

Size daha önce evliliğimin ilk yılının sonunda eski sevgilime mail attığımı söylemiştim. Beni o karanlıktan çıkaran Mehmet'in verdiği cevaptı.

Kendisi ile 2008 yılında bir forum sitesinde tanıştık. O zamanlar forum siteleri revaçta idi. Üniversitede ikinci sınıfı bitirmiştim. Halit'ten ayrılalı bir sene kadar olmuştu. Bir sürü insanla flört etmiş, kimileri ile sevgili olmuştum. Hiç biri aradığımı veremedi bana. Aradığım ciddi bir ilişki değildi tabi ama düzenli ve sağlıklı bir ilişki idi. Gerçi ben de gönül eğlendiriyordum... Yaz gelince elbette memlekete döndüm. İngilizcemi geliştirmek için Prison Break ve Lost dizilerini izliyordum. Bir yandan da sıkılmamak için forum sitelerine takılmaya başlamıştım. Takıldığım forumda profilini çok büyük oranda modifiye edebiliyorduk ve forumdakiler birbirlerinin profillerini gezer ve yorum bırakırlardı. Kim kimi gördü, kim kime ilk mesajı attı hatırlamıyorum. Öyle böyle derken sohbet etmeye başladık. Önce msn adreslerimizi verdik birbirimize, sonra telefon numaralarımızı. Birbirimizi Facebook'tan ekledik. O zamanlar Facebook hala İngilizce :) Hakkında bilmediğim çooookk şey vardı. Ama ona güveniyordum. Çıkmaya başladık. Tatil bitti, ben üniversiteye geri döndüm. Kaldığım yurdu değiştirmem gerekiyordu, kalacak yer sıkıntısı yaşıyordum. Bana geçici olarak cemaatin -şimdiki fetö- yurdunda kalmayı düşünüp düşünmediğimi sormuştu. "Cemaatlerle işim olmaz." dedim.

Bir ay sonra, doğum günümden iki hafta kadar önce Ankara'ya geldi. Bir günü birlikte geçirdik. Otobüsten indiği an sarıldık birbirimize. Sanki karşımda senelerdir tanıdığım adam... El ele gezdik şehri... Emek'te Bahçeli'de... 8. cadde, 7. cadde, 2. cadde... Derken Beşevler... Yokuştan aşağıya inerken kendi soy adını benim adıma ekledi. "Evlendiğimizde adının kısaltması yine adını oluşturacak." dedi. Belli etmedim, ama çok heyecanlandım. Gerçekten o soy adını almak istedim. Tandoğan'ı geçtik, Maltepe, Kızılay... Sinemaya gittik. Salon boştu. Sanırım ilk defa orada öptü beni... Gerisini siz hayal edebilirsiniz... Filmi hatırlamıyorum bile :) Şimdiki aklım olsa... Sonuna kadar giderdim.

11 Temmuz 2021

Karmakarışık Duygular...

Bitti, zor oldu ama bitti.

Yapamadım, benim, başka bir kalbi.

Bedenim zayıftı, kalbim güçlüydü belki.

Haritası ama, çok silikti.

Sert bir şeydi iliklerimde aşk,

Dayandım, ittim, sığmadı, kanırmadı, girmedi.

Ama sıktım pis kanı akıttım yaramdan,

İyileştirmeye yaladım, geçmişti sanki.

Soktum neşteri göğsüme inanmaya halim kalmadı diye.

Bitti, zor oldu ama bitti.

Ben kesilene kadar yüzdüm, ama görünmeyince karam,

Bıraktım kendimi, battım bir taş gibi.

Yanmıştı, çizilmişti, ama seyrettim ağlayarak, sabredip, çok sevdiğim bir filmi.

Artık yalnız senin için üzülüyorum.

Bitti, zor oldu ama bitti.

Bazen, ne yaparsan yap, olmuyor bazen.

12 Temmuz 2021

Güzel Şeyler...

Her ne kadar bir narsisist ile yaşamak işkence olsa da biri ile yaşamanın güzel yanları da var. Örneğin sabahları yanımda biri ile uyanmayı özlüyorum. Sarılarak uyumayı özlüyorum.

Bunun dışında ilişkimizde pek fiziksel temas olmadığı için özleyecek başka bir şey de bulamıyorum. Ama örneğin el ele tutuşarak yürümeyi isterdim. Sarılarak oturmayı isterdim. Bir battaniyenin altında film izlemeyi isterdim...

15 Temmuz 2021

Arzu?!

Arzulamak garip duygu. Bir de narsisistik suistimal sonrası insan kime güveneceğini bilemiyor. Burayı biraz açmak istiyorum, ama henüz yeterince kendimi gözlemleyemedim. Belli ki çok yaralıyım. Yaralarımı sarmalıyım. Kendime olan şefkatimi güçlendirmeliyim. Devam etmek için buna ihtiyacım var.

Cinselliği hayatımdan çıkarıp atmış değilim. Ama şuanda bunları düşünebilecek bir duygu-durumu içinde de değilim. Şimdi "O zaman düşünme" seslerini duyuyorum. Yine de "I still got it!" düşüncesi keyif verici. Yeni tanıştığın kalburüstü bir erkekten, o daha senin yüzünü bile görmeden, "Seninle birlikte olmak istiyorum." hissini almak keyifli. Flört etmek keyifli...

En son bu şekilde hissettiğimde 19 yaşında idim. Halit'ten yeni ayrıldığım dönemde çivi çiviyi söker mantığı ile gidip sürüyle insana mavi boncuk dağıtmıştım. Kimi ile vakit geçirmiş, kimi ile flört etmiş, kimi ile çıkmış, kimi ile derin sohbetlere dalmıştım... Tabi o dönemde cinsellikle henüz tam olarak tanışmadığım için yaşadıklarımın cinsel yönü zayıftı, bir şeyler eksik kalıyordu. Cinsellik benim için bir tabu idi. Aşamadım onu, eşime dek. Şimdiki aklım olsa çok çok daha erken yaşamaya başlardım. Öyle olsa kesinlikte daha sağlıklı bir birey olurdum. Ama işte memleketimizde kadınların üzerindeki mahalle baskısı...

Şimdi her şey benim için çok daha özgür. On küsür sene sonra benzer duyguları yaşamak gerçekten keyifli. En büyük keyif ise gerçekten "I still got it." fikri. Hala iş var bende ;) Özgüvenim tazeleniyor olabilir...

16 Temmuz 2021

Sakin Kalamıyorum.

Küfredesim var. Çok ama çok kızgınım! Maddi ve manevi zararımın farkına vardıkça hırsım artıyor. İçimde gazap ateşi! Şerefsiz herif, evlendiğimizde işi bile yoktu. Bursla geçiniyordu! Üstelik mezun olunca benim bağlantılarımın verdiği referanslarla işe girdi. Gelirimiz bir buçuk kat arttı. Ama adam ekonomik bağımsızlığını ilan etti! Ortak gelirimizin yarısını krediye ayırarak alabileceğimiz evi, kendi gelirimin tamamını vererek bile alamam. Ailemden maddi destek aldığımda dahi aylık kredi miktarı gelirimin 4te 3üne ancak düşüyor. Geri kalan 4te 1 ile büyük şehir şartlarında nasıl yaşanır!

17 Temmuz 2021

Kendini-Baltalama

Kendime çok kızıyorum. Dünyanın en büyük kendini-baltalayanlarından biri olabilirim bence. Hayatımda emek verdiğim, beslediğim, büyüttüğüm, elde ettiğim sağlıklı ne varsa sonunda yıktım. Kendi kendime yıktım. Belki bilmeden, istemeden. Daha doğrusu fark etmeden... Ama kendi kendime yıktım. Şimdi geriye dönüp baktığımda çok üzülüyorum. Hem kendime, hem de kendisine haksızlık ettiğim insanlara. Kendime çok acıyorum. Bir insan ömrünün yarısını bu sıkıntılara hiç dönüp bakmadan nasıl geçirir?!

Üniversite yıllarında tanıştığım bir arkadaşım var. Üniversitedeki ilk haftamızın, yanılmıyorsam cuma günü ilk defa laboratuvar dersine girdik. Sınıf toplam 60 kişiydi ve laboratuvarda 10 adet masa vardı. Birinci sınıf olduğumuz için ve kimse kimseyi tanımadığı için dersten sorumlu araştırma görevlileri sınıfı altışar kişilik gruplara ayırdılar. Grubumdan iki insan hala hatırımda. Biri zaten bu yazının baş karakteri, Eralp. Diğeri ise, aslında pek anlam veremediğim şekilde aklımda kalan bir karakter olan Korkut.

Eralp ile, kısaca Alp de derim kendisine, her hafta aynı masada deney yaptık ve zamanla muhabbetimiz gelişti. O dönemde ben Halit ile birlikte olduğum için Alp ile aramda gelişen arkadaşlık ilişkisini elbette Halit'ten sakladım. Çünkü sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. Arkadaşlığımı saklamamın esas nedeni Korkut ve Salih ile ilgiliydi. Tam da şuanda neden gruptaki diğer üç kişinin kim olduğunu hatırlamadığıma ama Korkut'u hatırladığıma anlam verebildim. Olaya geçelim. Üçüncü ya da dördüncü haftada arkadaşlar deney bitince yemeği yemekhanede yemeyi teklif ettiler. Ben de yemekhanenin yerini bilmediğimi söyledim. Laboratuvardan hep birlikte çıkmayacaktık ve Korkut da kampüste buluşabilmek için, yani haberleşmek için numaramı istedi. Vermeye tereddüt ettim, elbette Halit'ten dolayı :) Sonrasında bu çekingenliğim bana garip geldi. Sonuçta Halit çok normal bir talepte bulunmuştu. Derdi başka olsa numaramı çok daha erken isteyebilirdi. Dolayısıyla içimden bir ses bu çekingenliğin günümüz tabiriyle Kezban işi olduğunu söyledi ve gerçekten kendimden rahatsızlık duydum. Ama sorunun kaynağının ben olmadığımı da biliyordum ve gidip dünyanın en saçma şeylerinden birini yaptım. Halit'e durumu anlattım. Amacım onunla bu durumu sağlıklı bir çerçevede tartışmaktı, duygularımı ifade etmekti. Ve o dönemde narsisizm hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Elbette ki beklentim karşılanmadı. Gaslight edildim. Üstüne bir de ben suçlandım. Kim bilir ne halt yemiştim de çocuk benden numaramı isteme cesaretini göstermişti! Halit tabi ki bana -psikolojik olarak- saldırmakla kalmadı ve mahalleden arkadaşlarını toplayıp Korkut'u dövme planları kurmaya başladı. Bu olaydan 4-5 ay önce benimle Salih arasındaki arkadaşlığı kıskanıp Salih'i dövmeye kalktığı ve yine arkadaşlarını toplayıp Salih'i köşeye sıkıştırdığı, bunun üzerine aynı zamanda Salih'in akrabaları olan dershane hocalarımız duruma müdahale ettiği için; kısacası benzer senaryoyu bir defa yaşadığım için Halit'in bu tehdidini göz ardı edemezdim. Onu bu konuda temin ettim ve böyle bir eylemin gerçekleşmesini bir şekilde engelledim. Görünen o ki şans da benim yanımdaymış. Ancak anladığım kadarıyla Halit'in bu tehdidinin üzerimde yarattığı travmatik durum dolayısıyla ve bu durum Korkut'u da bir ucundan ilgilendirdiği için Korkut laboratuvar grubundan unutamadığım diğer karakter idi.

Şimdi işin aslına geri dönelim. Özellikle ben Halit'ten ayrıldıktan sonra Alp ile olan arkadaşlığımız çok daha derinleşti. Zaten aynı bölümde de olduğumuz için birlikte daha fazla vakit geçirmeye başladık. Çok şey paylaştık. Arkadaş grubumuzda bir çok insan vardı. Ancak Alp ile benim ilişkim benim gönlümde her zaman çok daha farklı ve özel bir yerdeydi. Biz ikinci sınıftayken bahar şenliklerinde Alp beni memleketten çok yakın bir arkadaşıyla tanıştırdı. İsmi Nihat. Sonrasında Nihat, ben ve Alp çok yakın olduk. Nihat ile aynı şehirde yaşamıyorduk, fakat sık sık gidip geliyorduk, görüşüyorduk. Çok şey paylaştık. Hatta evsiz kaldım, Alp beni evine aldı ve 7 ay, ben kendime bir ev bulana dek, bana bir çatı sağladı.

Ama ben kafama sıçayım ki bu güzel arkadaşlığın içine ettim. Arkadaşlığımızın sanırım 6. yılında zamanla Alp'ten uzaklaşmaya başladım. Altta yatan sebepleri henüz tam olarak keşfedebilmiş değilim aslında. Yine de yazmak yardımcı oluyor... 7 yıllık arkadaş iken ben başka bir şehirde iş buldum ve taşındım. Dolayısıyla sosyal ortamlarda eskisi kadar sık görüşemedik. Ama sıkıntı tam olarak bundan kaynaklanmıyordu. Fiziksel mesafe sadece durumun tuzu biberi oldu. Alp benim her türlü aksiliğime rağmen benim yanımdaydı. Uzaklaşan, kopan bendim. Neden? Bilmiyorum (henüz, bunu keşfetmek zaman alacak).

8 yıllık arkadaş iken ben iş değiştirdim ve yine başka bir şehre taşındım. 9 yıllık arkadaşken şimdiki eşimle tanıştım. Eşim ve ben her şeyi çok hızlıya getirdiğimiz için her şey allak bullak oldu. Tüm ilişkiler, tüm ritüeller, tüm karar süreçleri birbirine girdi. Ben flört dönemimizde eşimi kız arkadaşlarımdan iki tanesi ile tanıştırdım ama diğer kız arkadaşlarımla ya da Nihat ve Alp de dahil hiç bir erkek arkadaşımla tanıştırmadım. Bunun nedeni belliydi ve ben de içten içe bunun farkındaydım ama o dönemde o kafayla bunu kendime itiraf edemedim. Alp eşimi zamanında tanısaydı ne yapar eder beni korumaya çalışırdı, vazgeçirmeye çalışırdı. Başarır mıydı bilemiyorum ama bunun için elinden gelen her şeyi deneyeceğine eminim.

Alp'e evleneceğimi nikahımdan bir hafta önce haber verdim, hayatımda biri olduğunu bile söylememiştim... Nihat'a da öyle. Bunları yazarken ağlıyorum... Nasıl bir aymazlık, nasıl bir sarhoşluk içindeydim?! Hayatımın, küçük-büyük, her zor durumunda yanımda olan, bütün neşemi paylaşan, tüm farklılıklarımı olduğu gibi kabul eden, beni yargılamayan, bütün kaprisime ve ters çıkışlarıma katlanan bu adama ben bunu ne hakla yaptım?! Suçu her türlü önyargıdan uzak şekilde benim yanımda olmak mıydı? Ne zaman ihtiyacım olsa yanıma gelmek miydi? Ne zaman istesem benimle birlikte eğlenmek miydi? Hangi konu açılsa hem derinlemesine hem geyiğine sohbet edebilmemiz miydi? Bir çok defa konuşmak ya da aksiyon almak için eline şans geçtiği halde bana "o" gözle bakmamış, yaklaşmamış, davranmamış olması mıydı? Dürüstlüğü müydü? Samimiyeti miydi? İçtenliği miydi? Sıçayım ben gerçekten kafama!

Peki sonra ne oldu sizce? Ben evlendikten yaklaşık bir buçuk sene sonra, eşim de yurtdışında iken, Alp'e mesaj attım. Elbette ki Alp'e attım o mesajı. Başka kime atayım? Başka kim olabilir ki? Biraz sohbet ettik. Zor durumda olduğumdan bahsettim. Eşimin ataerkil tavırlarını anlattım. Örneğin Alp'le mesajlaştığımı bilse yiyeceğim hakaretleri sıraladım. Sesini duymuyordum ve yüzünü görmüyordum. Ama şaşkınlığı kelimelerine öylesine yansıdı ki bunu hissetmemek mümkün değildi. Resmen "Neva sen bunu kendine göz göre göre nasıl yaptın." diye hesap soruyordu bana. Ama yine yargılayarak değil, benim için üzülerek, çaresizliğimi hissederek... Ben yanlış adamla evli olduğum için, ara ara konuşup mesajlaştık. Hiç buluşup görüşemedik.

Eşimin narsisist olduğuna net şekilde kanaat getirdikten ve içinde bulunduğum bu sağlıksız, bu insanın ruhunu ve benliğini tüketen ortamdan kurtulmanın, yeniden sağlığıma kavuşmanın yegane yolunun ayrılık olduğuna ikna olduktan sonra tabii olarak Alp'e yazdım ve durumu anlattım. "Kararlı görünüyorsun." dedi. Kararlıydım gerçekten de.

O gün bugündür lafı açıldıkça pişmanlığımı dile getirmeye ve Alp'ten özür dilemeye çalıştım. Ama biliyorum ki beni affetmese çok haklı, şimdi ne yapsam önceden yaptıklarımı telafi edemez, unutturamaz...

Üzgünüm Alp, kalbim acıyor. Çok üzgünüm. Kendime acıyorum. Ama sana söz veriyorum; bunu tekrarlamamak adına, iyileşmek adına, travmalarımı anlamak ve çözmek adına elimden ne gelirse yapıyorum, yapacağım.

19 Temmuz 2021

Soyadı Kanunu

Soyadı Kanunu, her Türk vatandaşına bir soyadı taşıma yükümlülüğü getiren 2525 sayılı kanundur.[1] 21 Haziran 1934 tarihinde kabul edilmiş, 2 Temmuz 1934 günü Resmi Gazete'de yayımlanmış ve 2 Ocak 1935′te yürürlüğe girmiştir. Soyadı Kanunu'nun kabulü, toplumsal alanda yapılan Atatürk Devrimleri'nden birisidir.

Şimdiki Medeni Kanun'da evlenen kadının soyadı ile ilgili;

Madde 187- Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.

maddesi yer almaktadır. Bundan önce geçerli olan Kanunu Medeni'ye göre kadının evlenince kendi soyadını saklamasına izin verilmiyordu. Kadın yalnızca kocasının soyadını kullanabiliyordu. Ancak 2002'de yapılan değişiklik ile evlenen kadın, eğer talep ederse, hem kendisinin hem de eşinin soyadını birlikte kullanabilir hale geldi.

Benim için doğuştan edindiğim soyadım çok kıymetli. O benim kimliğimin özgün bir parçası. Onu seviyorum. Kişiliğime, ruhuma katkı yaptığını düşünüyorum. Bundan kaynaklı olarak evlilik dolayısıyla soyadımı değiştirmek istemedim. Bunu istemeyen kadınlar için benim ülkemdeki çözüm yöntemi evlilik sonrası isteyen kadınların iki soyadı kullanmasına izin verilmesi şeklindedir. Fakat bu da benim açımdan bir soyadı değişikliğidir ve ben bunu da istememekteydim.

Nişanlandığımızda eşime bu düşüncelerimi anlattım. Ve ona mahkemeye başvurarak, evlendikten sonra da sadece kendi soyadımı kullanmak istediğimi söyledim. O ise bana dedi ki,

- O kadar uğraşmaya gerek yok, ben senin soyadını alırım.

Bunu yeniden yazmak istiyorum.

- O kadar uğraşmaya gerek yok, ben senin soyadını alırım.

Bir defa daha yazmak istiyorum.

- O kadar uğraşmaya gerek yok, ben senin soyadını alırım.

Bunu duyunca yaşadığım duygu durumunu, sarhoşluğu tahmin edebilir misiniz? İçimden bir şeyler ılık ılık aktı. Kelimesiz kaldım. Yüzüme huzurlu ve sakin bir gülümseme yansıdı. Bakışlarım derinleşti. Huzur kokan, insanı rahatlatan bir nefes aldım, "ohh bee" dercesine. Kendi kendime dedim ki, onu buldum. Ruh eşimi buldum. Sanki bir daha asla kış gelmeyecek, bir daha asla karanlık olmayacaktı. Hep baharda, hem huzurlu, ılık ılık yaşayacaktık artık. Artık her şey mümkündü. Nasılsa "o"nu bulmuştum... Bu nirvananın etkisi ile ona hayatımdaki yerini, benim için kıymetini göstermek istedim ve dedim ki "Bunu dedin ya, ben senin soyadını alırım..." Yaptım da. Kendi soyadımı sildim ve onun soyadını aldım. Tepki verenler de oldu, aferin diyenler de. Hiç biri umurumda olmadı. Erkeğim yanımdaydı ve gerisinin önemi zaten yoktu...

Zamanla başlayan kavgalar, durduk yere olay çıkarmalar, yerli yersiz küfür ve hakaret etmeler, benim adıma karar vermeler, sınır çizmeler, emretmeler, susturmalar, aşağılamalar, olayları saptırmalar, kaçak dövüşmeler, sevdiğim herkesi bana düşman gibi gösterme çabaları... Niceleri.

Şimdi geriye dönüp bakıyorum, gerçekten o cümle de bir oyun muydu, Murat? Gerçekten orada da bana yalan mı söyledin? Gerçekten bu da mı manipülasyondu? Ben çok saf, çok temiz ve apaçık bir şekilde kendimi anlatıp bir şey talep etmiştim, sadece evet ya da hayır diyebilirdin. Türk erkekleri böyle yapar. Sen bu kadar mı planlıydın gerçekten? Bu kadarını nasıl planladın? Bu cümlenin beni düşüreceğini nasıl hesapladın? Sen bu denklemi ne ara kurdun? Yorgunum...

22 Temmuz 2021

Yazar Tıkanıklığı

Bir süredir aklıma yazacak bir fikir gelmiyor. Sanırım sorunlarımdan bir miktar uzaklaştım. Bu sağlıklı mı? Ne ile kafamı dağıtıyorum? Sürekli eşimle ilgili sıkıntılara odaklanmam sanırım çok da sağlıklı olmaz. Ama bu sıralar herhangi bir sıkıntımızın ya da güzel anımızın aklıma gelmemesinin nedeni nedir? Umarım kendimi daha sağlıksız hale getirecek şekilde bir baskılama değildir bu. Umarım sadece bir nefes soluklanmak için mola vermişimdir...

26 Temmuz 2021

Bir Özür...

Kadim dostum Nihat... Sana da çok hata yaptım. Aynı karanlık dönemde, muallak dönemde bilemedim ne yaptığımı. Hepinizden uzaklaştım, kendimi yalnızlaştırdım... Üzgünüm. Telafi etmek için girişimlerim oldu ama muvaffak olamadım. Murat'ı dinlememeliydim. Rest çekmeli ve sizi ziyarete tek başıma gelmeliydim. Düğününüzde birlikte bir fotomuz yok... Betül o kadar tatlı bir kız ki. Her şeyde elbette bir hayır vardır ama onu tanımak için bu kadar geciktiğime üzgünüm. Ama Eftelya'yı kucağınıza aldığınızda yanınızda olacağım, kaçışınız yok. Eftelya halasına çeksin diye elimden geleni ardıma koymayacağım:)

Bu memleketin sizin gibi mutlu çiftler tarafından yetiştirilecek güçlü kadınlara ihtiyacı var...

29 Temmuz 2021

Bilinçaltı denen garip yer

Bazen hiç aklımıza bile gelmeyen şeyler ağzımızdan çıkıverir. O ana kadar böyle bir düşüncenin ya da fşkrşn farkında bile değilsindir. Söylediğin şeye sen bile şaşırırsın. Hatta bazen o kadar ters denk gelir ki, bu yanlış ya da anlamsız cümleyi senin için önemli olan birine söyleyiverirsin. Ağzından çıktığı an yaptığın hatanın farkına varırsın. Ama iş işten geçmiştir bir kere, ok yaydan çıkmıştır. Bu andan sonra yapılabilecek bir-iki şey var zaten. Belki en kolayı Türkçe'de "kıvırmak" diye tabir edilen eylemi gerçekleştirmek olabilir. Yanına azıcık da manipülasyon eklediniz mi belki bu saçma durumu lehinize bile çevirebilirsiniz. Ama bu yaptığınız hem etik ya da ahlaklı olmaz, hem de ilişkiyi çok sağlıksız yerlere taşır. Akla gelen bu ilk seçeneği uygulayacaksanız ve ilişkinin sağlığını umursamayacaksanız, elbette bunu yapabilirsiniz. Kimse sizin bu tercihinize karışamaz ve sizi eleştiremez. Fakat kendinize sormanızı istediğim bir soru var. Bu yaptığınız sağlıklı ya da ahlaklı mı?

Benim az önceki soruya elbette kendi cevabım var. Bunu açıkça yazmayacağım, okuduklarınızdan kendşnşz çıkarım yapabilirsiniz.

31 Temmuz 2021

Gereksiz Sinir, Neden?

Bugün aşırı derecede sinirli idim. Neden? Hiç bir fikrim yok.

1 Ağustos 2021

Yeni Birini Tanıma Sorunsalı

Eşiniz bir narsisist ise onu asla tanımayacaksınız. Tanıdığınızı zannettiğiniz kişi sürekli değişecek. Siz onu tahmin etmeye başladığınızda o kabuk değiştirecek. Belki yeni bir hobi edinecek, belki yeni ortamlara girecek... Denediği her yeni şey için yeni yeni bir sürü hareket geliştirecek. Zaten kendisine ait bir kişiliği olmadığı için yeni karşılaştığı ve kendisine otantik gelen özellikleri taklit etmeye başlayacak. Sürekli kabuk değiştiren bir yılanı tanıyabilir misiniz?

Ayrıca özellikle eşinizin bir narsisist olduğunu öğrendikten ve bu konuyu etraflıca araştırmaya başladıktan sonra aslında onu hiç tanımamış olduğunuzu fark edeceksiniz. Peki siz hiç ama hiç tanımadığınız biri ile nasıl oldu da iki ay içinde evlendiniz? Bunun düşüncesi bile kan dondurucu değil mi? O herhangi biri çıkabilirdi, bir katil ya da hırsız ya da belki bir kadın düşmanı... Nitekim en kötü senaryolardan biri ile karşılaştınız, eşiniz bir narsisist çıktı...

Peki uzun uzun düşünüp, araştırıp, okuyup en sonunda net bir şekilde ondan ayrıldıktan ve hayatınızın sona ermediğini, aksine, belki de yaşamaya yeni başladığınızı fark ettikten sonra ne olacak? Tabi olarak bir süre yas tutabilir, nerede yanlış yaptığınızı anlamak için kendinizle ve geçmişinizle vakit geçirebilirsiniz. Travmalarınızı anlamaya ve çözmeye çalışırsınız. Bu süreç bittiğinde ise hiç beklemediğiniz bir şey ile karşılaşacaksınız... Aslında hala çözemediğiniz ve hatta farkında dahi olmadığınız daha bir sürü problemin olduğu gerçeği...

İşte o anda insan cidden çok ama çok sinirleniyor. Sanki bi arpa boyu yol gidilememiş gibi hissediyor. Kendine kızıyor, şansına küsüyor, kadere sövüyor...

Ben bu kızgınlık noktasına Tan'ı istemeden ve farketmeden kızdırdığımda ulaştım. Bir gün biz mesajlaşırken bana artık belli bir güven eşiğini aştığımızı söyleyerek ona eski fotolarımdan göndermemi istedi. Ben de tabii hiç durur muyum, cevabı yapıştırdım. "Güven eşiğini aştığımızı düşünüyorsun, ama hala anonim takılıyorsun?" Daha açık söylememi istedi. Ben de aslında şu ilk mesajın bile ne kadar salak saçma olduğunu bilmeme rağmen daha açık yazıp gönderdim. Çünkü bunu istemişti. Çünkü laf ağızdan bir kere çıkmıştı. Çünkü o andan sonra artık lafı geri almanın, kıvırmanın, karşımdaki insanı iyice salak yerine koymanın alemi yoktu. Nitekim Tan çok sinirlendiğini ve sonra konuşmak istediğini söyledi.

Yaklaşık 4 saat sonra mesaj atıp ona kendimi çok yanlış ifade ettiğimi, sinirlenmekte çok haklı olduğunu, o da isterse onunla konuşmak istediğimi söyledim. Tabiki diye cevapladı. Aradım ama reddetti. Gece arayacağım kuzum diye mesaj attı... Durumun farkına vardığımı ifade eden tek bir mesaj her şeyi -neredeyse tümüyle- düzeltmeye yetmişti. İnsanların açıkça birbirlerine kızgın olduklarını, konuşmak istemediklerini söyleyebilmesi, birbirine saygı duyabilmesi, aradaki sıkıntının çok açık şekilde bile konuşulmasına gerek kalmadan, sadece birinin diğerini anladığını ve hak verdiğini söylemesiyle halledildiği daha "sağlıklı" ortamlar... Ne güzelsiniz...

Peki neden aramızdaki güçlü iletişime rağmen Tan'ın soyadını bilmemek beni bir anlığına da olsa rahatsız hissettirdi ve o mesajı yazmama sebebiyet verdi? Neden bu mesaj Tan'ı bu kadar kızdırdı? Neden sonradan biraz salim kafa ile irdeleyince ben kendimi yanlış ifade ettiğimi düşündüm? Neden o bunun farkında olduğumun farkına varınca sinir falan kalmadı, yelkenler suya indi? Ve bütün bunların eski eşimle alakası ne?

Benim Murat'la yaşadığım şey tam olarak neydi? 6 senede kendimi tanıyamayacak derecede uyuşuk ve keyifsiz biri haline dönüşmemin sebebi neydi? Daha detaylı irdeleyince fark ettim ki evliliğimle ilgili yaşadığım hemen her sıkıntının temelinde Murat'ı yeterince tanımadan onunla evlenmek olduğunu düşünüyormuşum. Bu fikri o kadar merkeze koymuşum ki bir sonraki sefere bunu halledersem her şey yolunda gider diye düşünüyormuşum. Elbetteki bilinçli olarak değil... Bundan dolayı aradaki onca fikir birliğine, onca keyifli muhabbete, kurulan bu açık ve net iletişime rağmen Tan'ın soyadını bilmemek beni rahatsız etti. Bir an için sandım ki soyadını bile bilmediğin bir insanı nasıl tanıyabilirsin? Tanımanın ve tanışmanın iki ruh arasında olduğunu unuttum. Güvenin dürüstlükle sağlandığını, yüzeysel ayrıntıların insanlara sadece koz verdiğini unuttum. Birbirine yakın kafa yapılarının ve pek çok konuda oluşan fikir birliklerinin daha derin ve daha huzurlu bir uyum yarattığını unuttum. Sandım ki ancak soyadını, çalıştığı yeri, evinin adresini vs bilirsem o zaman onu tanımış olurum ve onunla hiç bir problem yaşamam.

Tam bu noktada kendime azıcık pay kesip kendime karşı olan bu acımasız tavrımı biraz yumuşatacağım. Sonuçta son yedi senemi yüksek seviyede psikolojik şiddet ve manipülasyon altında geçirmiştim. Sürekli gaslightinge uğramıştım. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırdedemez hale gelmiştim. Kendi gerçekliğimden eser kalmamıştı. Yavaş yavaş toparlanıyorum. Fakat elbette bu zaman alacak...

Demem o ki bir narsisistin istismarına uğradıktan sonra feleğiniz şaşıyor ve şirazeniz kayıyor. Doğru kararlar vermekte zorlanıyorsunuz... Umarım bu acı hikayelerin bizler üzerindeki izlerini çok geç olmadan ve hayatımıza giren kıymetli insanlara kalıcı hasarlar vermeden silebiliriz...

13 Ağustos 2021

Güzel Anılar

Bugün birlikte gittiğimiz yerlerden bazılarını ziyaret ettim. Seninle Cevahir'deki Kasap Döner önünde hem en ucuz hem de en lezzetli menüyü seçmeye çalışmamız, köşede ezik ezik beklememiz, kola pahalı diye ayran söylememiz, GOP'ta döner ya da güveç almamız, KFC'den extreme menü yemelerimiz... Seni ben alıştırmıştım extreme menüye zaten. Benim sana göre pahalı zevklerim oldu hep. Bana göre bu zevkler normaldi, lüks değildi. Ama sana göre hepsi lüks ve gereksiz idi. Aramızda yaşam ve anlayış tarzı farkı hep vardı zaten... Ben sana uyum sağlamaya, senin kalıbına girmeye çalıştım. Senin için, sen yanımda rahat et diye yaptığım bu fedakarlığı fark etmedin. Bana bunun için teşekkür etmen gerekirken, ne zaman kendime ait bir yönümü ya da tercihimi ortaya çıkarsam beni bastırmaya çalıştın. Benim isteklerimi, benim zevklerimi, benim yaşam tarzımı, benim anlayışımı küçümsemeye, değersizleştirmeye çalıştın. Beni özgün halimle kabul etmekten korktun. Kendi komplekslerini bana yansıttın. Kendini ezik hissedip beni bastırdın. Bunda benim de payım var. Az önce dedim ya ben sana uyum sağladım, senin kalıbına girdim. Bunu seninle paylaşımlarımız artsın diye yaptım. Bu sayede güzel anılar biriktirdik. Ama aynı zamanda istemeden ya da bilmeyerek de olsa kendimi sana yanlış şekilde tanıtmış oldum. Ne zaman gerçek beni ortaya çıkarmaya yeltensem senin direncinle karşılaşmam da ilişkimize olan güvenimi sarstı...

Örneğin seninle büyük marketlerde indirim kovalamak keyifliydi. Hatırlarsın, etikette yazan fiyatı yanlış okuyup büyük bir gurur ve haz ile iki tane tente almış kasaya doğru ilerliyorduk Metro markette :) Sonradan okuduğumuz rakamın 19 değil 119 olduğunu fark etmiş ve tenteleri bırakmıştık :) Balayımızı çadır kampında geçirtmiştin bana, Kapadokya'da geçirmeyi ne kadar çok istediğimi bilmene rağmen... Çadır kampı da kötü değildi, kabul. Ama benim istediğim değildi, ben değildi...

Kendi isteklerimi bir kenara bırakma ve karşımdakinin kalıbına girme huyum bana bir sürü değişik bakış açısı ve tecrübe kazandırdı. Mesela artık çadır kamplarını seviyorum. Ama bu huyu uzun süreli uygulamada tutmamı kimse bekleyemez benden. Bu beni tüketir... Bir noktadan sonra kendim olmaya devam etmeli, kendi sınırlarımın içine geri dönmeliyim. Ben bu sınırların içinden güç buluyor, buradan besleniyorum.

Şimdi ise seninle olan maceramızda memlekete kesin dönüş yapıyorum. Çünkü sen beni köklerimden koparmaya çalıştın. Onları değil seni kesmekten başka çarem kalmadı. Allah her ikimizin de yolunu açık etsin...

19 Ağustos 2021

Hele Biraz Bekleyin, Düzelirsiniz

Ben sanırım fazla içine kapanığım. İletişim kurmuyorum. Beni rahatsız eden şeyleri insanlarla paylaşmıyorum. Bu biraz da insanlarla alakalı olmalı. Çünkü birine bir şey söylediğiniz zaman söyledikleriniz olduğu gibi kabul edilmiyor, kabul ettirmek için savaşmanız gerekiyor, ikna etmeniz gerekiyor. Bununla niye uğraşayım? İletişime açık ve pozitif yaklaşmayan biriyle neden iletişim kurmak için çaba harcayayım?

Dolayısıyla bir çok şeyi içimde saklıyorum. İnsanlara defalarca şans veriyorum, ama onların haberleri olmayabiliyor. Çıkan her sorunla birlikte başka bi açıdan bakmaya zorluyorum kendimi, yeni çıkarımlar yapmaya zorluyorum. Elde ettiğim yeni bulgular da aynı noktalara çıkmaya başladığında, geriye tek çare durumu kabul etmek kalıyor. Gitmek kalıyor. Gittiğimde ise, benim iç yolculuğumu, sorgulama sürecimi ve kendisine verdiğim şansları farketmeyen karşımdaki kişi sanırım şoka giriyor. Neden "birdenbire" bitirdiğimi soruyor. Duruma inanamıyor, terk edilişine sebep bulamıyor. Eşekten düşmüşe dönüyor...

Eski eşim de şu anda bu halde olmalı ki hala ailesi beni arıyor, "Hele biraz zaman geçsin, düzelirsiniz.", "Daha boşanmadınız ki, bi durun bakalım." ya da "Boşanıp 4-5 sene sonra yeniden evlenenler de var." gibi önermelerle geliyorlar. Benim ne kadar net olduğumu anlatmak için başka ne yapmaya ihtiyacım var? Ne yapsam bu durum karşımdakilere olduğu gibi zuhur eder?

Esasında buna ihtiyacım olduğunu da pek düşünmüyorum. Zamanla görecekler. "Biz düzelirler/yeniden başlarlar diye düşünmüştük, ama olmadı." derler. Sanırım ben insanlarla iddialaşmayı çok uzun zaman önce bıraktım. Buna enerji harcamayı anlamlı bulmuyorum. Ben bilgimi, fikrimi veya kararımı paylaşırım. Karşımdaki insan beni ne kadar ciddiye almak istiyorsa o kadar alır. Her zaman haklı çıkacak değilim tabi ama gün gelip söylediklerim doğrulandığında zaten geçmişe yönelik hakkım teslim edilir. Hoş, teslim edilmese ne olur ki? Varlığım, değerim, anlamım başkalarının bana verdiği hak ya da onaya bağlı değil...

21 Ağustos 2021

Karışık Kafam

Ara ara gelen bi kafam var. Acaba boşanmasam mı diye düşündürüyor... Tam adını koyamıyorum, kökenini bulamıyorum. Neden?

Ömrüm boyunca yalnız kalmaktan korktum. Bu evliliğe düşmemin sebeplerinden biri de budur zaten. Halbuki yanlış insanla birlikte olacağına yalnız ol...

Sanırım sonum bir bakım evinde, tanımadığım ve aramızda sevgi bağı olmayan kişilerin elinde gelecek. Belki fiziksel ihtiyaçlarım iyi karşılanıyor olacak, ama ya derin sevgiye olan susuzluğum? Tıpkı bebekliğimdeki gibi, tıpkı geldiğim gibi gideceğim bu dünyadan. Önemsenerek ama sevilmeyerek...

23 Ağustos 2021

Yokluk Hissi

Çok uzun zamandır ilk defa yüzüğümün yokluğunu hissettim. Baş parmağım iki defa istemsizce yüzüğümü yoklamaya gitti.

Tan'la ya da diğerleri ile yaşadığım kopukluklar beni duygusal olarak geriye atıyor sanırım. Biraz duygusal detoks yapmalıyım. Yeniden kendime ve kendi iyileşme sürecime odaklanmalıyım. Benim için çok zor olmayacak diye düşünüyorum...

27 Ağustos 2021

Ayazdayım...

Nerede var olabileceğimi şaşırdım. Laik ve seküler çevrede benden beklenenler ve hakkında yargılandıklarım başka, dindar çevrede başka. Ama her ikisinde de yargı var... Yargısız bir yer neden yok? Ya da ben neden -ve nasıl- insanların kendi yargılarını, kendi fikirlerini bu kadar kolay bana aktarmalarına izin veriyorum? Buna ben mi izin veriyorum, belki de insanlar hadsizlik yapıyor? Bunu geçelim, ben neden bu kadar etkileniyorum bu durumdan? Neden algılarım bu kadar açık? Bunun algı açıklığı olduğundan da açıkçası pek emin değilim. Sanki çevremdekilerin sürekli beni onaylamasını bekliyorum. Bu kadar özgür ve kendine güvenli görünen maskenin altında aslında sürekli kabul ve onay bekleyen küçük bir kız çocuğu var...

29 Ağustos 2021

Varoş Günlerim

İstanbul'a ilk taşındığımda bir sofi idim. Bilir misiniz sofi nedir? Adıyaman Menzil cemaatine bağlı Nakşibendiler kendilerine sofi derler.

Sofilik bizde aileden gelen bir şey değil. Aksine ailem bu gibi dini grupların alayına karşıdır. Peki ben neden mi sofi oldum? Elbette ki bunun da arkasında toksik bir aşk hikayesi yatıyor.

Size daha önce kısaca Mehmet'ten bahsetmiş olmalıyım. Hayatımın tek gerçek aşkı... Tabi bu onun toksik olmasına engel değil. Zira birlikte geçirdiğimiz o bir günün ardından, tam da doğumgünümden bir kaç gün önce benden ayrıldı. Ayrılmakta haklı sayılabilecek sebepleri vardı. Ama yine de aceleci davranmıştı, ilişkimize sabır ve inanç göstermemişti. Böylece seneler sürecek bir aşk hikayesi başladı...

O gitti ben geldim, ben gittim o geldi. Birimiz ayrıldı, bağları tümüyle kopardı. Ama diğeri her seferinde yeniden konuşmanın bir yolunu buldu. Sanırım birbirimizi, gerçek manada ayrılamayacak kadar iyi tanımıştık. Ve sanırım Mehmet hep hayatımın bir parçası olacak...

Tanışıklığımızın ikinci ya da üçüncü yılını devirmiştik ki bana laf arasında annesinin ve ailesindeki diğer kadınların çarşaflı olduğunu söyledi. Zamanla aslında ne kadar dindar bi insan olduğunu gösterdi. Onu dört yıldır tanıyorken onun aslında bir tarikat üyesi olduğunu kurduğu bir cümleden çıkardım. İkindi vakti mesajlaşırken aniden sohbeti kesip "Hatme için beni bekliyorlar." dedi. Biraz duraksadım tabi, neydi ki hatme? Sonra tamam dedim kısaca, sonra görüşürüz. "Hatme ne diye sormayacak mısın?" dedi, gülümsedi. "Hayır." dedim. Sonrasında hummalı bir araştırmaya giriştim. Neydi bu hatme? Kim yapardı, ne için yapardı?

Derken Menzil'i keşfettim. Mehmet de açık açık söylemiş olabilir, net hatırlayamıyorum. Adıyaman'da artık adına Menzil denen bir köyde bir Nakşibendi tarikati olduğunu, bir sürü müridlerinin olduğunu öğrendim. Tasadüfi -ya da tevafuki- şekilde Menzil'liler çıkmaya başladı karşıma. Belki de algıda seçiciliktir, bilmiyorum. Tabi bu arada bir sene kadar çnce okuduğum bir kitabın da etkisi altında idim, Elif Şafak'ın Aşk kitabı. Kitapta anlatılan aşka aşık olduğumu düşündüm. Tekke ve zaviyeleri kapattığı, Hakikat yolunu sekteye uğrattığı için Atatürk'e kızdım. (O zamanlar işin gerçeğini görememişim.) Tarikatlerin yasaklanmasına çok içerledim. Allah'ı asla bulamayacağımı düşündüm...

Araştırmalarım uzun sürdü elbette. Önce çok da ruhani olmayan, aşikar bir şekilde para peşinde koşan toplulukları keşfettim. Hz. Mevlanan'nın sevgi dolu ve kucaklayıcı felsefesinden olsa gerek, hepsi Mevlevilik kisvesine sığınmıştı. Sonra gerçek Mevlevilere ulaştım. Derken Kadiriler, Şazeliler, diğer Nakşi kolları... O ara rebab ile tanıştım, sesi beni benden aldı. Ney üflemekten vazgeçip bir yandan da rebab eğitimlerini araştırmaya başladım.

Elbetteki gitti geldim, o kadar tarikat içinden Menzil'e katıldım. Bunu kendi özgür iradem ile verdiğim, hiç de duygusal olmayan bir karar sandım. İşin aslı öyle değildi. Tabiki Menzil'i tümüyle Mehmet'e olan hislerimden dolayı, onunla aynı ortamda olabilmek için, bunu yaparsam belki beni sever, beni hayatında eş olarak ister diye düşünerek seçmiştim.

Babamlar bu adım karşısında dehşete kapıldı, ama beni ne Menzil'e katılmaktan ne de zaman zaman orayı ziyaret etmekten alıkoyamadılar. Menzil'i ziyaret etmenin fakirin haccı olduğuna inandırılmıştım. Yalan söyleyemem, güzek ve sade günlerdi. Ben Menzil'de herhangi bir yasadışı, yanlış işle karşılaşmadım. Üstelik hizmeti tarikat büyüklerinin evinde yaptım. Buna Menzil liderinin kendi evi de dahildir.

Benim şahit olmamış olmam orada herhangi bir sömürü olmadığı anlamına gelmez. Zira şimdi baktığımda açıkça müridlere ekonomik ve psikolojik sömürü uygulandığını görebiliyorum. Yanlış anlaşılmasın, kimse girişte bilet kesmiyor, kimse elinizden zorla paranızı almıyor. Ama öyle bir psikoloji içine sokuluyorsunuz ki, siz kendiniz, bile isteye, elinizdeki imkanları bu topluluk için harcamaya başlıyor ve bundan mutluluk duyuyorsunuz.

Bu arada bir kaç ay sonra, mezun olalı iki sene bitmişken ve tam da yeni tesettüre girmişken ilk akademik işimi buldum ve Sinop'a taşındım. Birlikte işe başladığım arkadaşımın da Menzilli olduğunu öğrendim. Peteğe, sohbete, hatmeye birlikte gider olduk. İşe başlayalı sadece dört ay olmuştuki İstanbul'da daha büyük bir üniversitede kalıcı bir akademik kadro açıldı, sınavına girip kazandım. Mayıs'ta, yeni ferace giyinmeye başlamışken Sinop'tan ayrılıp İstanbul'a taşındım. Bu hayatımın en köklü değişimlerinden biriydi, farkında değildim.

İstanbul'a taşınınca ilk işim bir dergah bulmak oldu. Virdimi arttırmam gerekiyordu, bir vekil buldum ve arttırdım. Bu dergahta, şansıma, genç güruh oldukça aktifti. Ben aralarında en büyüklerinde biri olarak kalıyordum. Gençleri çekip çeviren Sare isimli bi kız vardı. Bi iki hatme sonrası yakın arkadaş olduk. Dergah Fikirtepe'deydi. Hem dergahta hem de Sare'lerin dükkanda fazlaca vakit geçirdim. Resmen Fikirtepe'de yaşıyor gibiydim. Acıkınca Sare'lerin dükkana yakın çiğköfteciden çiğköfte yerdik. Akşamları dondurma söylerdik. Pazar günleri gençlere sohbet olurdu. Haftada bir genç peteğimiz vardı. Bizim peteğin başkanı bendim. Gecekonduların arasında, ebeveynlerimin bana sunmadığı aidiyet ve sahiplenme duygularını, kendisi fakir ama gönlü zengin bu insanlardan bekledim. Onlarda babaannemin şefkatini aradım. Olmadı tabi ki, tam olarak olmadı. Elbette bir şeyler eksik kaldı...

Mehmet'e ne oldu derseniz, elbette Menzilli olduğuma, kapandığıma, üstelik ferace giydiğime şok oldu. Başta inanmadı, görüntülü konuşana dek. Fakat sonuç değişmedi, beni yine hayatında istemedi...

31 Ağustos 2021

Tek cümle

Eski eşim Murat Kapadokya'ya tatile gitmiş.

2 Eylül 2021

Eskiden uyuşukluk, şimdi ise kolaylıklar...

Artık ev işleri eskisi kadar zor gelmiyor. Bulaşıkları ve çamaşırları yıkayıp evi süpürebiliyorum. Tabi hala normal seviyede tertipli ve düzenli bir evim yok ama eskisinden çok daha iyiyim. En önemlisi de gerçekten bu işlerin bana zor gelmemesi.

Murat'ın ilk yurtdışına gittiği sene hatırımda. Kılımı dahi kıpırdatmak istemiyordum. Bahçe katında, küf kokusundan boğulan o küçücük evde, iki tane muhabbet kuşu ve ben. Yediğim pizzaların kutusunu bile atmak yerine bir kenarda istiflemiştim. Yığılı bulaşık vardı ve sadece bana lazım olduğunda lazım olduğu kadarını yıkıyordum. Ev buz gibi olduğu için yalıtım olarak içeriden kaplama yapmış ama üstüne sıva ve boya yapmamıştık. O muhabbet kuşları duvarlardaki yalıtkanın her yerini minik parçalar halinde oydular. Tezgahta ve yerlerde öbek öbek biriken yalıtkan malzeme zerre kadar umurumda olmadı. Hasbel kader çamaşır yıkayacak olsam kuruyanları haftalarca askıdan toplamazdım. Kuşlar sürekli evin içinde açıklardı, akşamları kafeslerinde uyurlardı ama kafesin kapısını kapatmazdım. Kahve makinesi ve ütünün su haznesi de dahil her yerde kuş dışkısı vardı. Ben bir köşede otururdum, sadece o köşede. Karşımda masa ve üstünde bilgisayarım. Evde olduğum sürece bir şeyler izlerdim. Uyuşuk bir moddaydım. Soranlara mutluyum diyordum, belki dışarıdan da mutlu görünüyordum. Ama aslında uyuşuktum. Gerçeklerle yüzleşmemek için, duygularımı kaldıramayacağım için kendimi uyuşturmuştum.

Murat'ın geri dönmesine iki hafta kala artık evi toparlamam gerektiğinin farkındaydım. İki hafta boyunca içimden giderek anksiyetesi artan bir ses, hadi artık evi topla, dedi. Ama kılımı bile kıpırdatamadım. Evdeki poşet poşet çöpü bile dışarı çıkaramadım.

3 Eylül 2021

Kontrol!

Murat her konuştuğumuzda hala bir şekilde benden tepki ve duygu çıkarmayı başarıyor. Nefret ediyorum ondan ve üzerimdeki bu kontrolünden!

13 Eylül 2021

Yeniden düşüş

Neden iyileşme yolu dümdüz değil de inişli çıkışlı ki? Bir süredir kendini iyi hisseden ben yine düşüşlerdeyim. Kendimi hayatımdaki insanlardan yanlış beklentilere giriyormuş gibi hissediyorum. Enerjim yok ve işe gitmiyorum. Bütün projeler askıda, beni bekliyor. Ben akşama kadar dizi, film, video izleyip kitap okuyorum. Ama hepsi de aşırı sıkıcı geliyor. Artık başörtüsünü çıkarmak istiyorum. Ama yaparsam bu hareketim çalıştığım yerde siyasi algılanacak ve bunu göze alamıyorum. Çok şükür ki bu stresli dönemimde hastalığım nüksetmedi, atak geçirmiyorum. Ama depresyonum kötüye gidiyor. Evde çamaşır ve bulaşık birikiyor. Öz temizliğime pek dikkat etmez oldum yine.

İyi değilim...

14 Eylül 2021

Sabır...

Kurtuluşa son bir ay kaldı.

16 Eylül 2021

Narsisist manipülasyonlarının sınırı yoktur.

Size eşimin aile terapistimizi nasıl manipüle ettiğini anlatmak isterim. Bu hikayeyi kiminle paylaştıysam şoka girdi.

Evliliğimizin dördüncü yılı olsa gerek, eşim bir seneliğine Amerika'ya çalışmaya gitmişti. Geri dönüşünde evi ne halde bulduğunu 2 Eylül 2021 yazısında anlatmıştım. Bu olaydan sonra her ne kadar temizlesek de eşim evimizden soğudu. Bereket versin eşimin abisi başka şehre tayin aldırıp gidince biz de onların evine kiracı olarak taşındık. Beni affettiğini söyledi ama pasif agresif tavırları devam ediyordu.

Bir cuma gecesi, ertesi sabah kampa çıkmak için hazırlanmaktaydık. Mutfaktaydık. Bir miktar peynir kesip küçük bir kaba koyacaktık. Peyniri neden iki kişi keser ki? Eşiniz bir narsisist ise bunda mantık aramaz, yaparsınız. Çünkü siz onun bir uzvusunuz. İnsan peynir keserken uzvundan ayrılır mı? Mesela siz tuvalete gidince kolunuz ya da bacağınız salonda mı kalıyor? Ne saçma!

Eşim aynı zamanda bir pasif agresif olduğundan mütevellit bana sinirini yansıtmak için hiç bir fırsatı kaçırmazdı. Tevekkeli peyniri oradan kes, yok buradan kes derken, beyefendinin tepesinin tası attı ve anneme bir küfür etti. Ben de anneme küfür etmemesini söyledim. Bunun üzerine aynı küfrü daha yüksek sesle tekrarladı. Bu defa ben anneme küfür etmemesini bağırarak söyledim. Eline bir bıçak alıp üzerime yürüdü. Allahtan kapıya yakındım ve hemen önce mutfaktan sonra da evden çıktım. Gece saat bir buçuk, iki sularıydı. Bu bana ikinci bıçak çekişiydi. Titriyordum, ama sinirden ve şoktan. Bu işin sonunda cesedimi evde bulacaklar diye düşünüyor ve ağlayamadığım için tir tir titriyordum...

Eşim elbette ki peşimden geldi ve beni eve geri dönmeye ikna etmeye çalıştı. Üzerimde anahtar, cüzdan, kimlik ya da telefon yoktu. Neyse ki mevsim bahardı. Eşime o evde olduğu sürece asla eve gelmeyeceğimi, kendimi sokaklarda daha güvende hissettiğimi söyledim. Allah'tan inadım tutunca beni yumuşatamayacağını biliyordu ve ablasının evine gitti. Ben de kendi evimize geri döndüm. Kapıyı arkadan kilitleyip anahtarı da kilitte bıraktım. O gece nasıl geçti, nasıl uyudum, nasıl uyandım hatırlayamıyorum. Şoktaydım...

Ertesi sabah ilk iş babamı aradım ve durumu anlattım. Sonra Murat'ın ablalarını ve abilerini aradım ve boşanmaya karar verdiğimi söyledim, dün gece olanlardan kısaca bahsettim. Ayrıntı isterseniz kardeşiniz anlatsın dedim.

Kıyamet koptu tabi. Ailem memleketten kalkıp yanıma geldi. Eşimin tüm kardeşleri arayıp bana geçmiş olsun dedi ve yanımda olduklarını, beni desteklediklerini söylediler. Eşim önce beni gaslight etmeye çalıştı. Ortada bir şey yok, sen abartıyorsun, dedi. Uzun süre sürekli aradı, ikna etmeye çalıştı. Ama ne denediyse tutmadı. Çünkü artık onu bir süredir tanıyor ve silahlarını biliyordum. O da kapanışa sakladığı silahını kullandı.

Eşimle meslektaş olduğumdan bahsetmiş miydim, hatırlamıyorum. Eşim bizim çalıştığımız bilim dalı hariç bütün diğer dalların safsata, zaman kaybı ve çocuk oyuncağı olduğunu düşünür. Psikoloji bilimi de bunlardan biridir. Fakat benim psikiyatrik bi rahatsızlığım olduğu için daha önce düzenli terapiye ve eğitimlere gitmişliğim vardı ve bunun herkese faydalı olduğunu biliyordum. Eşim bu defa beni işte tam da bu noktadan vurdu ve aile terapisine gitmeyi teklif etti. Eşimin konu hakkındaki inançsızlığını bildiğimden dolayı bu teklifi bana kendini ve ilişkimizi düzeltmek için ne kadar istekli olduğunu düşündürdü. Ne kadar da safmışım...

Uzun uzun düşündükten, ailemle istişare ettikten sonra, biraz da bunu yapmadım demeyeyim, acaba demeyeyim diye eşimin teklifini kabul ettim. O bir klinik psikolog buldu ve aile terapisine başladık. İlk seansta kısa bir tanışma yaptık ve aramızdaki sıkıntılardan bahsettik. İkinci seansta ben tektim. Psikolog ile bireysel olarak tanıştık. Adam bana flörtöz biri olup olmadığımı sordu. Kendimi o kadar tanımıyordum ki bilmiyorum dedim. Tabii flörtözün çapkın demek olduğundan da emin değildim. Üçüncü seansta eşim tek idi. Bu defa o psikolog ile bireysel olarak tanıştı. Ve böylece geldik dananın kuyruğunun koptuğu seansa...

Dördüncü seansa yeniden birlikte gittik. Esas terapi şimdi başlıyordu. Bu çözüme yönelik ilk seansımızdı. Çünkü önceki seanslar esasında ön hazırlıktı. Bu seansta çeşitli iletişim egzersizleri yaptık, konuştuk, birbirimizden beklentilerimizi dile getirdik. Derken eşim psikoloğa benim hastalığım ile ilgili bir soru sordu. Psikolog benim hem ilaç tedavisi hem de psikoterapi görmem gerektiğini söyledi. Ardından ben de eşimin şiddete meyilli olduğunu düşündüğümü söyledim. Esasında eşimin benim hastalığımı ortaya atmasından rahatsızlık duymuştum ve kendimce misilleme yapmak istemiştim.

Çok kıymetli, işinin ehli, ihtisas sahibi klinik psikolog hanımefendi dedi ki "Eşinizde bir şiddete yatkınlık sezmiyorum. Eşinizin size uyguladığı şiddet için ortamı siz hazırlamışsınız. Hastalığınız buna zemin sağlamış olabilir."

Tekrar okumak ister misiniz? Lütfen okuyun:

-Eşinizde bir şiddete yatkınlık sezmiyorum. Eşinizin size uyguladığı şiddet için ortamı siz hazırlamışsınız. Hastalığınız buna zemin sağlamış olabilir.

Ve tabi ki bu son seansımız oldu. Eşim mevcut argümanlarının yanına bir de psikolog onaylı "Beni sen bu hale getiriyorsun.", "Sen zaten delisin, şizofrensin, hastasın." argümanlarını ekledi ve mutlu mesut yoluna devam etti.

Bu süre zarfında babamlar memlekete dönmüş, eşim de eve geri gelmişti. Bir iyileşme sürecine girdiğimizi düşünmüştüm. Halbuki her şey aynı tas aynı hamamdı.

Seneler sonra öğrendim ki narsisistler bu konu hakkında özel olarak çalışmayan uzmanları da kolaylıkla manipüle edebilirlermiş. O nedenle aile terapistleri, uzlaştırmacılar, ara bulucular gibi uzmanları dikkatli seçmemiz ve özellikle narsisizm hakkında bilgi sahibi olan uzmanları tercih etmemiz gerekirmiş.

Bu tecrübe benden size naçizane bir nasihat olsun. Ben bilmiyordum, cahildim. Umarım siz daha şanslısınızdır. Umarım siz bu satırları benim düştüğüm hataya düşmeden önce okursunuz.

23 Eylül 2021

Kendimi manipüle edişim

İnişli çıkışlı bir yol. Ama sonu aydınlık biiznillah.

Artık giyim tarzımı değiştirdim. Zaten beni ifade etmeyen bir şekilde giyiniyordum. Kendimi Mehmet ile bir şeyler olur mu acaba diye böyle giyinmeye zorlamıştım resmen. Yiğidi öldür hakkını yeme, Mehmet bana bu konuda hiç baskı yapmadı. Hatta kapanma kararı aldığımda buna inanmadı. Bana bu sen değilsin, bence yapmamalısın dedi hatta. Ailem de bu kararıma şaşırmıştı. Benzer şeyler söylemişlerdi. Ben yine de bunu denemek istedim. O zamanlar Allah için kapandığımı zannediyordum. Fakat şimdi geriye dönüp özeleştiri yapınca farkediyorum ki aslında bambaşka iki temel motivasyonum varmış. İlki az önce de dediğim gibi Mehmet'in beni hayatına almasını istemekti. Diğeri ise hastalığımı gizlemek...

24 Eylül 2021

Çabaların yetersiz kaldığı yer

İyisiyle kötüsüyle bir yuva kurduk. Devam etsin isterdim.

2 Ekim 2021

Derin ilişkiler

Bilmem hatırlar mısın, gözlerim ne renkti?

Söyle kumralım, benim adım neydi?

Astrolojiye inanır mısınız, bilmem. Fakat Merkür retro harekete başlar başlamaz Murat beni aradı ve annesini yoğun bakıma kaldırdıklarını söyledi. Senin de sevdiğin bir insan olduğu için haber edeyim dedi ama aslında yanında birinin desteğini aradığı belliydi. Derdi dertleşmek, içini dökmekti. Hayat. Çok garip gerçekten.

Dün ise Mehmet ile yeniden mesajlaştık, gece görüntülü konuştuk. Artık ikimiz de bekarız. Üstelik artık ikimiz de çocuk değiliz. Mevcut duruma bakıldığında bir birliktelik yaşamamamız için herhangi bir sebep yok. Fakat kendisinde üst düzey toksiklik olduğunu düşünmekteyim. Gaslight eder, manipüle eder, kendi değer yargılarını empoze eder... Bunları üst-iyilik için yaptığına inanır ve dolayısıyla yaptıklarından suçluluk duymaz. Vicdanı rahattır.

Dün telefonda açıkça dedim ki, altı senelik kocamı boşadıktan sonra herkesi ve herşeyi sorguluyorum, hayatımda kimseyi istemiyorum, ama seninle ikili ilişkimiz çok garip ve derin...

6 Ekim 2021

Dekorasyon

Üç gündür evi temizleyip toparlıyorum. Dün salonu bitirdim. Her tarafı süpürdüm, sildim. Eşyaların yerini değiştirdim.

Bu eve ilk taşındığımızda eşyaların yerleşimi konusunda eşimle epey çekişmiştik. Bir de o dönem yurtdışından gelip evi çöp ev olarak bulduğu ve beni affettiğini söylese de aslında pasif agresif bir tutumda olduğu dönemdi. Dolayısıyla ben ne desem tersini yapması gerekiyordu. Yani o böyle hissediyordu.

Bizde bir bej bir de siyah renkli iki adet kitaplık var, tüm kitaplıkları yanyana salona koymayı önerdi. Olacak iş mi? Salon bu. Bi estetiği, bi uyumu olmasın mı? Kavga dövüş ikimizin de bazı söyledikleri oldu, bazılarından vazgeçtik. Yani orta noktada buluşabildik. Tabiki yine de tam olarak içime sinmiyordu. Ama zaten birlik sağlanmamış evlilikler böyle değil midir? Hiç bir zaman, hiç bir yerde tam hissetmezsiniz. Partnerinizle uyumunuz yüksek değildir. Ortak alınan kararlar hep eksik hissettirir.

Dün eşyaları yeniden düzenleyince, kapıda durup şöyle bir gözden geçirdim salonumu. O kadar içime sindi ki... Eşyadan geçilmeyen, eşyaların üstünden atlaya atlaya yürüdüğümüz salonda şuanda boş kalan yerler var. Her şey perspektifle değişebilir işte...

Bu adamla evlenerek kendime ve potansiyelime çizdiğim sınırları bir defa daha tüm çıplaklığı ile gördüm, hissettim.

Ve açıkçası Murat'a öfkelendim. İlla benim dediğim olacak tavrına kızdım. Alternatifi denemeyi bırak, duymaya bile tahammül edemeyen dar bakış açısına kızdım. Ben bir kerecik haklı çıkacağım diye korkudan tir tir titreyen o zavallı beynine kızdım.

15 Ekim 2021

Manifesto

Çok güzelsin. Yeni hayatına hoşgeldin! Kendine sahip çık. Hiçbir zaman unutma, sen çok değerlisin. Samimi ol, açık ol, net ol. Asla kendinden özür dileme. Asla kendin olduğun için özür dileme. Özürsüz bir şekilde kendin ol. Hayatına girecek insanları iyi seç. Kimisi bir günlük, kimisi bir ömürlük olacak. Senin hiçbirine ihtiyacın yok, senin değerin kendinden, özünden. Hayatına kabul edeceğin insanlardan tek taraflı iyilik edindiğini düşünme. İlişkiden çıkarlarınız karşılıklı olacak. Sadece onlar sana fayda sağlamıyor, sen de onlara bir çok fayda sağlıyorsun.

Değerinin farkında ol. Güzel yemekler ye, güzel yerlere git, güzel insanlar tanı, güzel anılar biriktir. Panik yapmadan sakince düşün ve kararlar al. Duygularını açmaktan utanma, korkma.

Kısacası kendine iyi bak. Sen her şeyin en güzelini hak etmektesin, bunu unutma...

17 Ekim 2021

Ağva

Benim en büyük yanılgım kendini bir erkeğe mahkum bırakmakmış. Meğer ben bundan çok daha fazlasıymışım. Meğer gücüm ve kudretim yeganeliğimden, biricikliğimden geliyormuş. Meğer ben bunları ve çok daha fazlasını yapmaya muktedirmişim, bilememişim. Onaylanmaya, kabul görmeye ihtiyacım yokmuş. Sikerlermiş öyle toplumsal yargıları... Meğer ben bu toplumun yargılarını oluşturan kişiymişim. Meğer ben kendimi kabul edip olduğum gibi sevdiğimde bir sürü güzellikler karşıma çıkarmış. Meğer başlarlarmış öyle kalıcı ilişkinin şarap çanağına! Huzur dediğin bazen yeni tanıştığın bir insanla karşılılı oturup bir fincan kahve içmek ve bir daha onu görmemekmiş...

Meğer ben çok çekiciymişim, alımlıymışım, güzelmişim. Meğer benim isteyenim çokmuş, meğer ben çok kıymetliymişim. Ama isteyenlerimin çok oluşu kıymetimi gösteren, teyit eden, bana kıymet sağlayan şey değil, sadece bunun bir tür geri dönütüymüş. İsteyenlerimin çok oluşu kıymetimin veya güzelliğimin ispatı değil, bunun bir sonucuymuş...

Meğer ben arzulanıyormuşum. Meğer benim yanımda olmak için, elimi tutmak için, gözümün içine bakmak için ölecek erkekler varmış. Meğer saçımın bir teline dokunmak için dünyaları verecek erkekler varmış. Ben kendimi kandırmışım. Sanrıların içinde büyümüşüm. Başkasıyla var olacağımı zannetmişim. Gereksizmiş bütün kaygılarım. Kendimle ilgili bütün korkularım yersizmiş. Yapmam gereken sadece kendim olmakmış, özürsüz bir şekilde kendim olmak... Kendimi sevmekmiş yapmam gereken, kendimi olduğum gibi kabul etmekmiş... Evet, herşeyi her yerde söylemek gereksiz. Ama bunun için rol kesmeme de gerek yokmuş. Sadece neyi ne kadar söyleyeceğimi kontrol etmem gerekirmiş. Yalan söylemeden de yapılabilirmiş.

Meğer ben muazzammışım. Meğer ben bütün kusurlarımla kusursuzmuşum. Meğer ben muhteşem ve çok güzelmişim. Süpermişim, Mehmet'in deyimiyle... Meğer beni gece sabaha kadar kendimden geçirmek isteyen sürüyle erkek varmış. Ben kendimi kapatmışım.

Meğer dönüp sümüğümü sürmeyeceğim bi erkek psikolojik oyunlarla beni kendine mahkum etmiş, bu tuzağa herkes düşebilirmiş.

Meğer başıma ne geldiyse cahillikten gelmiş, meraktan değil. Merak edip araştırdıkça, üzerine gittikçe, okudukça, öğrendikçe yolumu bulmuşum, kendime gelmişim, özümü görmüşüm, kendimi kabul etmeyi öğrenmişim.

Meğer huzur dediğin içine çilekli banyo köpüğü dökülmüş bir jakuzide oturup bir kadeh şarap içmekmiş. Meğer huzur dediğin bir sonbahar akşamı yakılmış bir şömine başında üç-beş sayfa kitap okumakmış, kahve eşliğinde. Ve bunlar için kimseye ihtiyacım yokmuş.

Meğer ben bir çoklarının istediğinin çok çok çok daha fazlasına sahipmişim, çok şükür. Ama bunların farkında değilmişim, kıymet bilmemişim.

Yüce Rabbim! Gerçekten çok şükürsüzmüşüm. Farkındalığımı arttırdığın için sana çok şükrediyorum. Ve ardından şimdi sahip olduğum bütün güzellikler için sana sonsuz şükrediyorum. Ve bunun da ardından gelecekte bana vereceğin nimetlerin için, artıracağın güzelliklerin için şimdiden, senin katındaki sonsuzlar kadar sana şükrediyorum...

8 Kasım 2021

Son

Sonunda tümüyle bitti. Yaklaşık 15 gün önce boşandık. Gerekçeli karar ise 4-5 gün önce çıktı. Sonunda muradıma erdim. Sonunda kendi soyadıma kavuştum. Peki ne için?

Ne olurdu ki evlendiğim adam narsist olmasaydı? Ne olurdu bu kadar toksik tavırları ve hareketleri olmasaydı? Kolay mı kurmuştuk bu yuvayı? Kolay mı bir aile haline gelmiştik? Bunun için miydi? 5-6 sene sonra boşanmak için mi? Yeniden başa dönmek için miydi? Sanki yeniden 26 yaşında gibiyim. Ama bir fark var, artık 26 yaşında değilim.

Keşke hiç karşıma çıkmasaydın Murat. Seni hiç ama hiç tanımasaydım. Evet, hayatıma çok şey kattın, bir çoğu çok güzel olan çok şey kattın. Ama alıp götürdüklerin o kadar büyük ki... Geri kalan her şeyi sıfırladılar.

Örneğin erkeklere zaten yarım yamalak olan güvenimin tamamını aldın götürdün. Yeniden aile olma isteğimi aldın götürdün. İnsanların sözlerine, tavırlarına olan inancımı aldın götürdün. Beni herkese karşı kocaman şüpheler içinde bıraktın. Karşıma gerçekten güvenebileceğim biri çıksa bile bunu anlayamamaktan korkuyorum. O kişiyi kaygılarımla, takıntılarımla ve senden miras hastalıklı tavırlarımla harcamaktan korkuyorum.

10 Aralık 2021

Duygusal Boşluk

Kendimi yeniden boşlukta hissediyorum. Çabalamayı kestim, işi gücü tümüyle bıraktım. Tükenmişlik hissediyorum, çok derin bir bıkkınlık ve tükenmişlik... Buradan çıkmak için çaba mı harcamalıyım? Yoksa, her şey gibi bunun da muhakkak bir sonu gelecek diyerek akışına mı bırakmalıyım?

Paylaşım istiyorum hayatımda. Mesela yanımda, evimde bana özel biri olsun; akşam mısır patlatıp birlikte film izleyelim istiyorum. Oturup derin sohbetler edelim istiyorum. Cinsellikte çok gözüm yok ama birbirimize kıymet vererek yaşayacaksak o da güzel olur. Evlilik değil bu dediğim. Uzun ilişki de değil. Zaten muhtemelen bir arada geçireceğimiz 1-2 haftanın ardından, onun evimdeki varlığından ben sıkılırım ve içten içe gitmesini isterim.

O nedenle hayır, biriyle birlikte yaşamak istemiyorum. İhtiyacım olduğunda çekinmeden davet edebileceğim bir arkadaşım olsun istiyorum. İhtiyacı olduğunda ilk aklına gelenlerden biri olayım istiyorum. Duruma göre, zamana göre 3-5 gün geçirip yeniden kendi hayatlarımıza dönelim istiyorum. Özleyince yine bir araya geleceğimizden emin olalım istiyorum. Beni ve duygularımı sömürmeyeceğini bildiğim, buna ihtimal dahi olmayan biri ile derin ve güçlü bir arkadaşlık istiyorum.

Şimdi siz buna varın sevgili deyin ya da nikahsız birliktelik... Veya kendi lugatınızdaki sıfat her ne ise onu yakıştırın. Ama biliyorum ki bu tarif ettiğim şeye verilecek herhangi bir isim ya da yapılacak herhangi bir tanımlama çabası o ilişkinin içini boşaltacak, onu manasız bir hale getirecek. O yüzden artık etiketlerden uzağım. İsminin ne olduğu önemli değil. Hatta mümkünse isimsiz kalmaya devam etsin. Devam etsin ki bu kokuşmuş toplumun bütün yargılarından ve sınıflandırmalarından uzakta, en saf ve samimi haliyle bana, bize kalsın.

11 Aralık 2021

Evlilik mi, Cenaze mi?

Geçen hafta Gülşah'ı evlat edindim. Geldiğinde çok hastaydı. Kemikleri sayılıyordu ve ishaldi. Çişini ve kakasını kuma yapmayı bilmesine rağmen hastalığından dolayı ortaya yapıyordu ve zaten hayvancağızın belden aşağı bölgesinin tamamı sürekli kaka içinde kalıyordu. Dolayısıyla sürekli temizlenmesi gerekiyordu. Fakat ne kadar temizlenirse temizlensin bulunduğu ortam sık sık kirleniyordu.

Yepyeni bir ortama geldiği için, üstelik de hasta olduğu için onu kendi odama aldım. Yatağımın nevresimini söküp alezin üzerine bir battaniye serdim ve Gülşah'a burada bir ufak yaşam alanı hazırladım. Kum kutusunu, mamasını ve suyunu, bir kaç ufak oyuncakla beraber yatağın üstüne uygun şekilde yerleştirdim. İlaçlarına ve temizliğine dikkat edince güzellik iki günde iyileşti.

Şimdi Gülşah eve geleli yaklaşık 10 gün oluyor. Yavru prensesim kendini epey toparladı. Artık yatağın üzerinde "hapis" durumda değil. Kilo aldı miniğim ve yavaş yavaş evin içinde gezinmeye başlıyor.

Gülşah iyileşir iyileşmez battaniyeyi ve alezi çamaşır makinesine attım tabi ki. Fakat alezi sökünce lekelerin yatağa da geçtiğini fark ettim. Dolayısıyla yatağın kılıfını da söküp yıkadım ve kendisini güzelce Aspirin ve çamaşır suyu ile sildim. Şimdi yatağın kılıfı iyice kurudu. Az önce, kılıfı geçirmek üzere, yatağın üstüne attığım yorganı topluyordum ki gözümün önüne o yorganı satın alışımız geldi.

Ümraniye Alemdağ caddesindeydik. Nikaha yaklaşık bir ay vardı. Normalde bu son günlerde müstakbel gelin hanım ile damadın ailesi bir araya gelir ve yeni kurulan ev için eksikler tamamlanır. Bizimkisi yeni ev olmayacaktı. Zira benim oturduğum 1+1 evde L koltuğu mutfağa taşımış ve salonu da yatak odası haline getirmiştik. Yeni kurulan çift kişilik yatak odasının eksiklerinden birisi de uyku setiydi. Alemdağ caddesinde alışverişteydik. Ama elbette Murat'ın ailesi ile değildik. Kendi anne ve babamla nikah için onlara kıyafet alışverişi yapıyorduk. Annem uyku setini dile getirince caddede ilk önümüze gelen mefruşatçıya girdik. Bir iki model baktık ve beğendiğim bir tanesini annem satın aldı.

Yatağın kılıfını geçirmek üzere topladığım yorgan o uyku setinin yorganıydı. Yorganı katlarken sahne sahne bu hikaye canlandı gözümde. Bana uyku setimi annem aldı. Ben ise bundan içten içe bir rahatsızlık duymuştum. Çok geleneksel bir kafam yok, anlamışsınızdır. Benim derdim bu alışverişi neden müstakbel eşimle yapmıyor oluşumdu. Evleniyordum, ama hüzünlüydüm. Yasta gibiydim. Efkarlıydım. Sanki düğüne değil cenazeye hazırlanıyordum.

Ben evlendim. Ama toksik bir dille söylemek gerekirse dul karı gibi evlendim. Evliliğe hazırlık aşamasında yaptığım hiç bir şeyden keyif duymadım. Hepsi sanki bir görevdi benim için. Sıkıcı veya bunaltıcı görevleri gerçekleştirmek zorunda hissediyordum kendimi. Evlilik ve ona hazırlık genç kızların kendi hayatlarında en mutlu, en hevesli olduğu zamanlar değil midir? Belki de gerçekten evlilik bana göre bir iş değildi... Belki benim hatam, narsist bir adamla evlenmekten daha ziyade evlenmekti ve narsist adam bu hataya tuz-biber olmuştu.

15 Aralık 2021

Babam

Cansın.

27 Aralık 2021

Her şeye rağmen...

Yiğidi öldür ama hakkını yeme demişler. Ben de şimdi eski eşimin hakkını teslim etmeliyim.

Hastayım, soğuk algınlığı. Ama epey ağır atlatıyorum. Tabi biraz da serde üşengeçlik olduğu için daha da zorlanıyorum. Örneğin girip bi sıcak duş alsam, göğsüme Vicks sürüp kalın pijamalar giysem sonra da bir kaç kat yorganın altına girip terlesem büyük ihtimalle bir şeyim kalmayacak. Ama serserilik değil mi işte, bunu yapmıyorum.

Şimdi Murat hala hayatımda olsaydı çoktan çıkmış yanıma gelmişti. Beni zorla da olsa o duşa sokar ve uyuyup ter atmamı sağlardı. "Hasta oldun, beni de işimden ettin." diye başımın etini yerdi ve ben de bu minvaldeki söylemlerine ancak bir yere kadar sabredebilirdim. Bir yerden sonra "Yapacaksan bir hayır..." diye düşünerek cevap vermeye başlardım ve yine evde huzur kalmazdı. "Lanet olsun, keşke gelmeseydin, hasta olurdum ama kafam rahat olurdu." diye düşünürdüm. Ama gün sonunda iyileşmiş de olurdum.

Kendi hikayemde yine başa dönüyorum. Ve görüyorum ki hayatımdaki başat karakterler bana fiziksel-maddi rahatlık sağladı, ama ya şefkat? Ya huzur? Ya mutluluk? Ya gönül rahatlığı?

28 Aralık 2021

Küçük Eda Asude

Bugün bir arkadaşım sayesinde yepyeni bir şey denedim. Kendimi sevmeyi... En azından bu yoldaki ilk adımı atmayı... Ve, inanmazsınız, başardım. İlk defa içtenlikle o içimdeki çocuğa seslenebildim. Ona "Sen ne kadar hırçın olursan ol, seni kayıtsız şartsız seviyorum ve hep seveceğim." dedim.

Sen ne kadar hırçın olursan ol seni kayıtsız şartsız seviyorum ve hep seveceğim, küçüğüm. İstediğin kadar saldır, istediğin kadar zarar ver, istediğin kadar hırpala... Hem kendini hem de etrafındakileri. Fark etmez. Ben seni seviyorum. Sana ben yeterim. Benim içimde büyüyen sevgi senin yaralarını saracak. Annen seni sevmedi, artık ona gerek yok. Ben seni seviyorum. Çık artık o saklandığın kovuktan. Dilediğince koş, oyna. Ben seninleyim. Hemen ardında, sana sadece bir adım mesafedeyim. Elini ben tutuyorum. Yalnız değilsin, ben varım. Sana ben sarılıyorum. Ben hep senin yanındayım.

Ve gerçekten bunu yapabilmek çok iyi geldi. Bu ilk denemem değildi. Daha önce terapiler boyunca içimdeki boynu bükük ama hırçın çocuğa ulaşmaya ve onunla konuşmaya çalışmıştım. Peki ne değişti de şimdi bunu yapabildin, derseniz; ilk cevabım elbette ki hazır bulunuş. Demek ki artık bunu yapabilmeye hazırdım. İkinci cevap ise yazının başında bahsettiğim arkadaşımın tavsiyesine uymak.

Arkadaşımın ismi Nazım. Kendisi bir terapist. Bugün çeşitli konulardan konuşurken bana ne istediğimi sordu. En temel cevabım "Kendimi sevmek..." şeklindeydi. Bunun için neler yapmam gerektiğini konuşurken de biraz kontrolü bırakmam gerektiğini keşfettim. Onun da tavsiyesiyle bir dal sigara yaktım. Hiç sigara içen biri olmadığım için bunun beni rahatlatacağını, "başımı döndüreceğini" ve iç dünyama yolculuk etmeme yardımcı olacağını biliyorduk. Instagramdan görüntülü aradık birbirimizi. O bana nasıl içileceğini öğretti ve hayatımın ilk sigarasını içtim. Sigara bittiğinde aramayı sonlandırırken bana "Şimdi git, düzgün bir yere uzan ve içindeki küçük Eda Asude ile konuş. Ona söylemek istediklerini söyle, onu dinle, onunla iletişim kur." dedi.

Kapattıktan sonra ben bunu yapmak yerine ikinci sigaramı yakıp kardeşimi aradım. Onunla bu durumu paylaşmak istedim. Kardeşimle konuşurken evdeki son dal sigarayı da içtim ve aramayı sonlandırdık.

Sonra Nazım'ın dediğini yaptım ve gidip rahat bir koltuğa uzandım. Kokulu bir mum yaktım, gözlerimi kapadım ve içimdeki çocuğa seslendim. Orada duruyordu. Korkudan çömelmiş, sesi içine kaçmış, ürkek, titrek, zayıf... Ama hala orada. Yardıma muhtaç. Beni karşıladı. Kafasını kaldırıp bana baktı, boncuk siyah gözleri korku ve ümit doluydu. Onunla konuşmaya başladım. İlk kez sesimi duydu. Ona sarıldım. İlk kez o da bana sarıldı. Onun elinden tuttum, elimi bırakmadı... Sonunda ona ulaşabildim...

Gerisi gelecek, biliyorum. Bu gece ilk adımı attım ama burada bitmedi, bitmeyecek. Daha ne oyunlar oynayacağız biz o minik, şirin kız çocuğuyla:) Kendisini çok özlemişim.

30 Aralık 2021

Neden?

Neden? Düşünüyorum, birlikte olmak için seni zorladığımı zannetmiyorum. Neden? Gerçekten neden? Sana zorla yüzük aldırmadım, zorla kendime evlenme teklif ettirmedim, kendimle nişanlamadım, nikah masasına zorla oturtmadım. Bu birlikteliği ben zorla başlatmadım, bunların hiçbirini zorla yapmadım. Sen de istedin, sen de geldin ve birlikte olduk. Öyle sevdiğini düşündüm, öyle ya, insan sevmese bunları niye yapardı ki? Nasıl yapardı ki?


Gerçekten çok mutsuzum senin yüzünden. Gerçekten neden? Ben tek başıma mı yaşadım bu ilişkiyi? Kafana silah falan mı dayadım? Bilmeden, fark etmeden sana baskı mı uyguladım? Neden? Soruyorum, neden? Seni hiçbir şeye zorlamadım, istemediğin hiçbir şeyi paylaşmadın. Neden hayatımı altüst ettin? Neden bana sözler verdim de tutmadın? Gerçekten neden?

Bana sadece bir neden ver. Kapanış için buna ihtiyacım var. Senden bunu asla alamayacağımı bilsem de buna gerçekten ihtiyacım var. Neden? Gerçekten neden? Zorla elimi tutturmadım, zorla öptürmedim kendimi, zorla yatağa girmedim seninle. Merak ediyorum biliyor musun bana bir kere seni seviyorum dedin mi sen? Hiç hatırlamıyorum. Neden? Çok mutsuzum gerçekten. Hayatımdan çıkıp gitmene çok ihtiyacım var. Beni kökten değiştirdin sen, kökten. Elbette var bir hayır ama göremiyorum. Neden? Çok mutsuzum. Sayende gerçekten çok ama çok mutsuzum.